Yaşadıklarımdan: 2014

The Longest Night Run 60K

0 yorum


 Çekmeköy Ormanlarında Uzunetap'ın 20.12.2014 Cumartesi gecesi düzenlediği 60 km'lik (1462 mt toplam tırmanış) gece koşusuna katıldım. 

Koşucular ile birlikte bisikletlilerin de yarıştığı, oldukça kalabalık bir yarış organizasyonu oldu. AKUT'ta kontrol noktalarındaki destek hizmetlerini karşılayınca oldukça düzenli ve güvenli bir yarış oldu.

Kalabalıktan dolayı yarışın başlangıcında karanlığında etkisi ile tam bir kaos ortamı oldu. Özgür ve Tolga'yı kaybetmemeye çalıştım. Bir kilometre içinde toparlandık ve yüksek bir tempo ile koşmaya devam ettik.
Hızlı çıkış ve ilk kilometrelerin sürekli tırmanış şeklinde olması, yarışında otuzuncu kilometresinde etkisini gösterdi. Son zamanlardaki antrenman eksiğim ve oldukça çamurlu, yapışkan zeminin etkisi ile sol dizimin arkasındaki bağlarda çekme oldu. Bir süre yürüdüm ve Tolga ile Özgür'e beni bırakıp gitmelerini söyledim. Ama aceleleri olmadığını, bir miktar yürüyebileceklerini söylediler. Biraz zorlayarak da olsa koşmaya çalıştım. Zaman geçtikçe de acıya alıştım ve çok hissetmemeye başladım.
Çekme dolayısı ile çok hızlı koşamadım ama yavaş da değildik. Arkamızdan birisinin geldiğini görünce bir miktar hızlanmaya çalıştık ama benim dizim engel oldu. Daha sonra bizi yakalayan arkadaşı iki üç kere geçmemize rağmen son bölümlerde farkı açmayı başardı.
Tolga hedeflerinin sekiz saat altı olduğunu, biraz tempomuzu arttırmamız durumunda bu hedefe ulaşabileceğimizi söyledi. Arkamızdan da bir ışık daha görünce yaklaşık son beş kilometrelik bölümde var gücümüz ile koştuk. Bir ara hızımız o çamur ve patika şartlarına rağmen beş onbeş pace'e kadar inmiş.
60 km'yi 07:56 sürede Özgür, Tolga ve ben birlikte 5,6 ve 7. olarak bitirdik.

Bitiş noktasında arkamızdaki ışığın Bakiye ablaya ait olduğunu öğrendik. Işığını görünce fırlayıp gittiğimizi, dostlarımızın bildiği üslubu ile bize söyledi :)
Yarış bittiğinde sol dizimden dolayı yürüyemiyordum. On günde bol esnetme ve hafif joglar ile anca acısı geçti.
Bakalım 21 Mart'taki 50K''lık gece koşusunu ne kadar sürede bitireceğim.

The North Face Cappadocia Ultra Maratonu

3 yorum

Üzerinden uzun zaman geçti. Ama hiçbir şey yazmadan da geçmek istemedim. Detaylı bir rapor da bu saatten sonra yazmak zor. Yazan arkadaşların sitelerinden okuyabilirsiniz. En azından spot bilgiler aktarayım. Aklıma gelen bir şeyler olursa arada ekleme yaparım en alta.

25 Ekim 2014'te, bu sene ilki düzenlenen The North Face Cappadocia Ultra Trail yarışına katıldım. İlanını görür görmez hemen kayıt yaptırdım ve hayalini kurmaya başladım. Yarış 110 km uzunluğunda ve 3400 metre toplam tırmanış yüksekliğine sahip. 22 saatlik bitirme süresi sınırı ile ülkemizdeki en zor tek etaplı yarışlardan bir tanesi.

Yarış için çok iyi olmasa da iyi bir hazırlık süreci ile hazırlandım. Bir-iki ay kala ev arama-bulma-taşıma vb. bazı sebeplerden dolayı eksik antrenmanlar yaptım. Bahar Saygılı her zamanki gibi beni sakatlamadan yarışa düzgün bir antrenman programı ile hazırlanmamı sağladı. Kendisi bu süreçte bir de dünya Ironman şampiyonasında yarışarak ülkemizi başarı ile temsil etti.

Cumartesi Pazar günleri de efsanemiz, örnek aldığımız, yolundan gitmeye çalıştığımız Bakiye Duran ve arkadaşlarım ile Çekmeköy Ormanında koştum. Buradaki parkurlarda çalışarak her türlü ultra maratona hazırlanabilirsiniz. Çeşit çok.

Yarıştan beş gün önce giderek hem biraz yalnız kalıp kendimi dinlemek, hem de Kapadokya bölgesini gezip görmek istedim. Aynı zamanda havasına da alıştım. Çok iyi bir oryantasyon oldu. Özellikle katıldığım turda edindiğim arkadaşlar bana büyük moral oldu.

Ürgüp merkezdeki ve başlangıç noktasına da çok yakın olan Elvan Hotel'e yerleştim. Çok şirin bir aile işletmesi. Ürgüp'ün en eski oteli. Zamanla yeni bölümler ekleyerek oda sayısını arttırmışlar. Ben en çok kahvaltı yaptığımız odayı sevdim. Akşamları yapacak bir şey olmadığından o huzur dolu odaya gidip saatlerce kitap okudum.

Yarışı, Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turlarını da düzenleyen Argeus firması ile yarış tecrübesi ve teknik bilgisi çok çok fazla olup bir o kadar da mütevazi kişilikleri ile Serkan ve Sertan GİRGİN kardeşler organize ediyor. Kendileri iki ay kadar kadar önce tek etaplı, 330 km ve 24.000 metre toplam tırmanışlı Tor Des Geants'ı bitirdiler. Ne kadar tebrik etsem azdır... Yarış raporlarını mutlaka okuyun. Ama "bazı" fotolara bakmasanız daha iyi olur :)

Salı sabahı Argeus'a gittim. Aydın Bey ve Sertan Girgin ile tanıştım ve çok alakadar oldular. Sohbet muhabbet derken oradan ayrılıp otele döndüm.

Öğlene doğru 60K noktasından sonraki Plato'ya doğru koşarak antrenman yaptım. Böylece zemin, parkur, yükseklik vb. bilgileri edinmiş oldum. Ayakkabı olarak Newbalance Leadville 100'lerin uygun olacağına karar verdim. Yağmur yağmadığı sürece yumuşak tabanlı bir ayakkabı ile rahat edeceğimi tahmin ediyordum.

Plato'ya doğru ilk tırmanış bayrak direğinin olduğu bir tepe idi. Patika bitiyor ve yukarıya doğru ufak adımlarla dir bir şekilde tırmanıyorsunuz. Devamında yumuşak toprak zeminde ilerleyip bağların arasındaki patikaya varıyorsunuz. Bu bölüm rahat geldi, ama yarış günü altmışıncı km'den sonra olacağı düşünüldüğünde antrenman gibi olmayacağı belli. Plato'ya doğru yaklaşınca tekrar patikadan çıkıp yolun olmadığı bir zeminde ilerleyip tepenin altına geldiğinizde tırmanıyorsunuz. Taşlar, kayalar, bitkiler vb. oldukça zorluyor ama çok keyifli.

Tepeye çıktıktan sonra yorgun bacaklarınızı biraz dinlendirip hafif tempoda koşmaya çalışırsanız iyi olur. Kontrol noktası tepeden biraz daha ilerde bir yerlerde...

Perşembe günü de 60km'den geriye doğru yaklaşık 10K koştum. Köpeklerden korkup geri döndüm. Ama yarış günü hiç köpek görmedim. Bu bölüm de oldukça rahat ve keyifli.

Cuma günü arkadaşlarım da Ürgüp'e geldi. Birkaçı ile aynı otelde olunca onlarla sohbet muhabbet derken bugün de geçti.

Elvan Hotel'in normalde sabahın beşinde kahvaltı servisi olmamasına rağmen yarış günü kendisi erkenden kalkarak çay ve kahvaltılıkları organize etti. Arkadaşlar ile hep birlikte bir güzel karnımızı doyurup güle oynaya enerjik bir şekilde starta gittik. Start alanına bizleri Aykut tek tek kaydederek aldı. 60 km ve 110 km koşucuları beraber start aldı.

Yarış sabahı çok heyecanlı idim. Beklemekten sıkılmış ve bir an önce yarış başlasın istiyordum. Sonunda başladı ve koşmaya başlayınca bütün düşünceler kafamdan uçup gitti. Kendimi çok kasmadan ve yormadan hafif tempoda gittim. Hiçbir yerde dizlerime maksimum miktarda yüklenmemeye çalıştım. Sadece kameraların olduğu bir tırmanış hariç :))

Sanırım Zelve Vadisi idi, koşarken bu bölümün hiç bitmemesini istedim.

Kontrol noktaları süper rahat ve bol malzemeli idi. Buna aldanıp uzun süre geçirmeyin:)

Göreme'den Çavuşin'e varırken inişlerde epey zorlandım. Dev puflara benzeyen düzgün yüzeyli kayaların üzerinde koşarak aşağı inerken sağ dizimin üzerindeki kaslar çok zorlandı. Hızımı düşürüp yükü azaltmaya çalıştım. Çavuşin'e vardığımda moralim çok bozuktu. Gönüllüler farketti ve soğutucu vb. yardımında bulunabileceklerini söylediler. Ben ise taytı sıyırıp bununla vakit kaybetmek istemedim. Hemen bir şeyler atıştırıp kendimi dinleyerek sakinleşmeye çalıştım. Çorbamı elime alıp ilerlemeye başladım. Ağrılarım azaldı. Ama bir şey farkettim ve moralim daha da bozuldu. Bana yardım etmek isteyen gönüllülere teşekkür etmeyi ve kibar davranmayı unutmuştum. O kadar stresliydim ki... Buradan kendilerinden özür diliyorum, ilgileri beni çok mutlu edip moral verdi ve tekrar toparlanıp koşmaya devam edebildim. Çok teşekkürler.

İlk 60K'nın sonlarına doğru yabancı bir arkadaş ile koşmaya başladım. İngilizce aksanını anlamakta çok zorlandım ve bazen tekrar etmesini rica ettim. Muhabbet etmeye çalışırken iki defa dönüşü kaçırınca ben yine gerildim. 60K'daki drop-bag noktası zaten başlangıç alanı oluyor. Buraya vardığımızda çadıra doğru yönelmeme rağmen girişte görevli aşağıya doğru gitmemiz gerektiğini söyledi. Bir miktar inince Aykut bizi gördü ve neden drop-bag çadırına gitmediğimizi sordu. Biz de bunun için bizi aşağıya yönlendirdiklerini söyleyince hemen geri dönüp çadıra gittik. Ben çantamı alıp powerade ile zencefilli bisküvilerimi yuttum. Çantayı teslim edip yemek alanının nerede olduğunu sordum. Aşağıyı gösterdiler. Aşağıdaki bitiş çizgisine doğru geldiğimde oradakilere tekrar yemek alanını sordum. Yukarıda dediler. Tekrar yukarı çıkmak istemediğimden rotanın nereden devam ettiğini sordum, yandan bir kestirme ile başladığımız yöne doğru gitmem gerektiğini söyledi arkadaş. Emin misin ben ana caddeden aşağı inmem gerekir diye biliyordum dedim, o da emin değilim deyince benim gözlerim hafiften kararmaya başladı. Tekrar yukarı çıkıp çadıra doğru giderken Aykut'u görüp seslendim. Aydın Bey de oradaydı ve bana aşağıda gösterilen yönün doğru olduğunu söylediler, inip koşmaya devam ettim. Yemeği falan da unuttum artık. Biraz ilerleyince farkettim ki yemek alanına uğramadığım için su mataralarım da boş kalmış. Karşımda bir çeşme görünce doldurup devam ettim. Burada da çok gergin olduğumu sonradan farkettim. Aslında soğuk kanlı olabilsem bu kadar sorun yaşamadan devam edebilirdim. Özellikle drop-bag noktalarında bir karmaşa olabileceğini unutmamak, sakin olabilmek ve yarış öncesi bu alanı iyice öğrenip çalışmak gerekiyormuş. Bunu da öğrenmiş oldum. Aykut olmasa maymun gibi oradan oraya zıplayıp duracaktım. Çok teşekkürler Aykut. Bu yarışta desteğin paha biçilmez gerçekten.

Biraz ilerleyince Tolga Güler'i gördüm. Yarışın kalanını birlikte koştuk. Platoya doğru giderken daha önce koştuğum yerlerden geçtiğimiz için yolu iyi biliyordum. Çok rahat vardık. Bu yol üzerinde bahçesi ile uğraşan bir aile bizi görünce seslendi, üzüm ve su ikram etti. Bizi yabancı sandıklarını, Türklerin de böyle bir sporu yapmasından çok mutlu olduklarını aynı zamanda memleketlerinin de tanıtımında faydası olduğunu söylediler. Hem bu güzel insanları görmek hem de salkım salkım taze üzüm yemek çok büyük moral ve enerji oldu. Bizden sonra yolun üzerine su ve üzüm bırakmışlar arkamızdan gelen arkadaşlar için. Güzel insanlar. Tolga normalde benden hızlı bir koşucu. 60 km'den sonra her koşucuda bir miktar yavaşlama olması normal. Hızlar da birbirine yakın olmaya başlıyor. Birbirimizi idare ederek, sohbet-muhabbet, moral-motivasyon ile rahat bir şekilde gittik. Özellikle gece bölümünde grup olarak koşmakta çok fayda var.

80. 90. km'lerden sonraki dik inişlerde hızlıca inebileceğimizi düşünmüştüm. Ama tam tersine en yavaş geçtiğim bölümler oldu. Havanın karanlık olması, patika olmayışı, zeminin taşlı-topraklı ve yumuşak oluşu, son bölümde sakatlanma riskini arttırdığından yavaş inmeye karar verdik.

Önümüzdeki kişinin ışığını görebilmeye başladık. Karlık'a vardığımızda kontrol noktasından çıkarken biz kontrol noktasına giriyorduk. Ancak bizi görünce hızlandı. Yakalasak da ya tekrar hızlanıp atak yapacaktı ya da bizimle beraber koşacaktı. Biz de sıralamanın değişmeyeceğini düşünerek kalan bölümü sakatlanmadan sakin koşarak bitirmeye karar verdik. Ne de olsa ilk defa düzenlenen bir yarış, ne yaşayacağımızı bilemiyorduk, yağmur da hafiften yağmaya başlamıştı, önemli olan bitirmekti.

Bir derenin yanından koştuğumuz bölümde işaretleri takip ederek koşarken reflektörlerden birinin soldan hafifçe yukarı çıkan bir patikanın başına konduğunu gördük. İleriye bakınca başka göremedik ve yukarıya çıkıp bakmaya karar verdik. Biraz üstten gidince hata yaptığımız farkettik. Zaten bu tür dönüşler çift reflektör ile işaretlenmiş. Bu tek idi. Dere kenarından bir süre daha koşmaya devam edince rotayı gördük ve devam ettik.

Kalan bölümde bir çiftliğin köpekleri dışında enteresan bir olay olmadı. Finishe Tolga ile beraber toplam yaklaşık 17 saatte, genel sıralamada 9 ve 10. olarak el ele geldik. Hala koşabilecek enerjimiz vardı. Yaş kategorisinde 5. olmuşum.

Koşarken insan gerçekten gergin oluyormuş. Bunu Aykut Çelikbaş'ın yazısında da okudum ve kendimi gördüm. Başta kendime ve arkadaşlarıma tavsiyem; gönüllüler sayesinde bu kadar konforlu koşabildiğimizi unutmadan daha dikkatli ve saygılı olmamız gerektiği.

Bu sene koşamazsam yarışta gönüllü olacağım.

Buradan Argeus'a, Serkan ve Sertan Girgin kardeşlere, gönüllü arkadaşlara ve desteklerini esirgemeyen herkese çok teşekkürler.










Bir ultranın sonrası

0 yorum

İznik Ultra 130K 'nın ardından yaklaşık iki hafta geçti. Geçen bu sürede neler olduğunu da not etmek istedim.

Öncelikle psikolojik olarak; omuzlarımdan büyük bir yükün kalktığını hissettim. Hedefime ulaştım, rahatladım. Mücadelenin ne olduğunu daha iyi anladım. Uğraşmak, bastırmak, moralini yüksek tutup üzerine gitmenin ne olduğunu fark ettim. O anda yaşadıklarımın geçeceğini, önemli olan sonuca ulaşmak olduğunu gördüm. Sabretmeyi zaten iyi bilirim. Burada da faydasını çok gördüm. Bir mühendis olarak duygusal betimlemeler konusunda zayıfım. O yüzden daha fazla açıklayamıyorum ama bitirdikten sonraki hislerimi kısaca "başarmanın dayanılmaz hafifliği" diye özetleyebilirim.

Fiziksel olarak ise aşırı bir yorgunluk oluştu. Arkadaşlarıma baktığımda, daha önce benzer yarışlara katılanlar bir hafta sonrasında kısa mesafeli antrenmanlarına başladılar. Ben ilk defa bu mesafede koştuğum için, geçen hafta yaptığım 45 dakikalık jog dışında koşamadım, koşmak istemiyorum. Çünkü dizlerimin yorgun olduğunu, dinlenmesi ve toparlaması gerektiğini hissediyorum. Sonuçta bu işlere 40'ından sonra başladım :) Doktor da 6 hafta koşma demişti. Bu sürede biraz daha core denilen dayanıklılık antrenmanları yapmayı düşünüyorum.

Son bir kilometre kala, kale içinden geçerken ayağımı bir dala çarptım. Aradan iki hafta geçmesine rağmen bilekteki bu çarpmanın etkisi halen geçmedi. Çatlak ya da sağlam bir ezilme olmuş olabilir.

Kaval kemiklerimin ön tarafındaki kaslar, aşırı yüklenmeden dolayı ağrıyor. Normalde dururken sorun yok. Ancak ayak ucunu geriye doğru bükünce ya da dizlerimin üzerine oturmaya çalıştığımda çok acıyor. Tedavisi için soğuk-sıcak uygulama, omega-3, kas gevşetici krem tavsiye ediliyor.

Esnetme ve fitness hareketleri yapmaya başladım. Koşamıyorum, en azından kardiyomu ve esnekliğimi kaybetmeyeyim.

Koşamamak moralimi bozuyor. Koşabildiğim zamanları düşünüp kıymetini bilmediğimi düşünüyorum. Sağlıkla koşmak gibisi yok.

130 km İznik Ultra Koşusu Maceram

4 yorum

1.      Bölüm: Bu maceraya nasıl başladım?

8 ay kadar önceydi. Çoğunlukla masa başında oturarak çalıştığım için sandalyeme oturup kalkarken eklemlerimden çatır çutur sesler gelmeye başlamıştı. Spor olarak sadece bisiklete biniyor ve hafta sonları turlara katılıyordum.

2013 Eylül ayının ilk günlerinde, Facebook’ta, Macera Akademisinin 5 km’lik Bata Çıka Mudrace isimli 22.09.2013 tarihli, çamur yarışları aktivitesini gördüm. Eğlenceli geldi. Bir de koşmayı denemek istedim. Antrenmanlara başladım ve gördüm ki Yoğurtçu Parkında 3 km kadar koşabiliyordum. Yarış 5 km olduğu için bu uzun! yarışa daha çok çalışmam gerektiğini düşünerek haftada 3 gün koşmaya çalıştım. Yarış günü yokuşlarda yürüyerek, çamurlarda yüzerek ve sürünerek, engelleri aşarak koştum ve çok eğlendim. Oğlumu da minikler kategorisine yazdırmıştım. O da koştuktan sonra denize girerek kutladık.

Hemen ardından, yine Macera Akademisinin düzenlendiği Belgrad Ormanındaki 4, 14 ve 28 km’lik Geyik Koşularını inceleyerek 6 Ekim 2013 tarihindeki 14 km’lik parkura kaydımı yaptırdım. Oğlumu da bambi koşularına J Arada çok kısa bir süre vardı. Mesafeleri arttırarak haftada 3-4 kere koşmaya çalıştım. Bir kere 8 km bir kere de 12 km koşabilmiştim bu sürede. Yarış günü çok heyecanlı idim. Sadece işaretleri takip ederek koşacağımı ve iki noktada da su içebileceğimi biliyordum. Yarış başladı. İlk defa ormanda koşuyordum. Parkur o kadar güzeldi ki, etraftaki ağaçları ve doğanın güzelliğini seyretmeye doyamadım. Sanırım orada patika koşularına sevdalandım. Parkuru doksan dakikada bitirdiğimde çok mutluydum.

Bir şey fark ettim ki hedefim olmadan antrenman da yapmıyordum. Kendime iyi bir hedef bulmam gerektiğini düşündüm. Doğada olmayı, tabiatı hissedebilmeyi, patika koşularını çok sevdiğimden yine Macera Akademisinin düzenlediği 130 km’lik İznik Ultra Maratonuna kaydoldum. Mesafe uzun. Süre yeterince var. 42 km’lik ve 80 km’lik etapları da vardı ama bunları seçmek aklımın ucundan bile geçmedi. Direk 130 km’yi seçtim. Bol bol koşarak hazırlanabileceğimi, tarihi geldiğinde de çıkıp işaretli parkurda dümdüz yavaş yavaş koşarak tamamlayabileceğimi düşündüm. Tek ihtiyacım olanın iyi bir antrenman programı ve birkaç ekipman olduğunu sanıyordum. Bu konularda danışacak birilerini araştırmaya başladım.

Ultra maratonlar ile ilgili kitap araştırmaya başladım. Bulabildiğim tek kitap, Bakiye Duran’ın Cesaret Yalnızdır isimli kitabı oldu. Bu kitabı tek seferde okuyup bitirdim. O kadar heyecanım arttı ki… Bu işin benim de ruhumda olduğunu düşündüm. Kendisi ile tanışmayı çok istedim. Kendisini hiç tanımadığım için mesaj atıp ulaşmaya çalışmaktan çekindim. Sürekli onun yurt dışındaki ultralarda yaşadığı maceraları düşünüyordum. Bir sabah koşarken, fotoğrafına çok benzeyen birine Bakiye Hanım diye seslendim, değilmiş J Kendisini daha sonraki yarışlarda gördüm ve tanıştım. Her gördüğümde de bir şeyler sorup öğrenmeye çalıştım. Bana her seferinde “acelen ne, yavaş koş, ufak adımlarla git” dedi.

Eşim (Aslı) da Runtalya maratonuna katılmak istediğini, bir arkadaşının spor hocası olup aynı zamanda Türkiye’nin ilk bayan Ironman’i olduğunu, görüşürsek bize program yazarak çalıştırabileceğini söyledi. Böylece Bahar Saygılı ile tanıştım. Derdimi anlattım. Zor bir iş olduğunu, dayanıklılık antrenmanları yaparsam koşabileceğimi, amacım sadece bitirmek ise bunun mümkün olabileceğini söyledi. Bu sürecin zorluklarından bahsetti.

Ben çok kararlı olduğumu, her türlü zorluğa katlanabileceğimi, ne gerekiyorsa yapacağımı, onun sözünden çıkmayacağımı söyledim.

2.      Bölüm: İznik Ultra Antrenmanlarına Başlıyorum

Bahar hoca ile İznik için ilk antrenmanımı 11.11.2013 tarihinde yapmışım. Bir sürü yeni şey öğreniyordum. Koşu formu, koşu tekniği, ayak basış şekli, kalp ritmi bölgeleri, arttırma, ısınma-soğuma, esnetme, günlük beslenme, yarışta beslenme, yokuşta koşu teknikleri, çantayla koşma, su içme… Her antrenman ayrı bir tecrübe oldu. Haftada 4-5 bazen 6 gün koşuyordum. Koştukça da açılıyordum. Bu dönemlerde de bulduğum bütün yarışlara da giriyordum. Bahar hoca bunların hiç birinde hızlı gitmememi, asıl yarışımın bunlar olmadığını ve bunlara hazırlanmadığımı, sadece antrenman olarak katıldığımı söyledi.

Bu yarışlarda birçok yeni arkadaş edindim. Koşan insanların ne kadar alçak gönüllü, yardımsever, neşeli ve pozitif insanlar olduğunu gördüm. Daha önce hiç tanışmadığım kişiler ile sanki kırk yıllık arkadaşımmış gibi sohbet edebiliyordum.

İnternet üzerinden Aykut Çelikbaş’ı tanıdım. Ultralar hakkında çok soru sordum, bıkmadan usanmadan cevaplayarak beni hiç kırmadı. Türkiye’deki bu işin öncülerindendir. Çanta seçimi, ayakkabı seçimi, saatler, yarışların özellikleri vb. konularda her zaman geniş bilgi vererek yardımcı oldu. Ultra maratonun gelişmesi için katkıları çok büyük olup daha sonraki yarışlarda da kendisini örnek bir sporcu olarak tanıdım.  

26 Ocak 2014 tarihinde 28 km’lik Geyik Koşusuna katıldım. Biraz hızlı gittiğimden son 3 km’de biraz yürüyüp biraz koşarak tamamlayabildiğim. Ama artık patikada nasıl koşulacağını öğrenmiştim.

2 Şubat 2014’te Aydos Patikakoşularının 1. ayağına katıldım. 12k koştum.

9 Şubat 2014’te Çekmeköy Patika koşularında 30K koştum.

16 Şubat 2014’te Aydos Patika koşularının 2. ayağına katıldım. Parkur değişti. 10K oldu.

İlk zamanlar bu yarışlarda sıralamanın ortalarında kalıyordum. Daha sonra ne kadar hızlı gidebildiğimi fark ettim J Biraz basmaya başladım. Derken 2 Mart 2014 tarihinde Runtalya maratonu geldi. İlk maratonumu 3 saat 48 dakikada koştum. Çok güzel bir organizyason. 

9 Mart 2014’te Aydos Patika koşusunun 3. ayağına da antrenman olsun diye katıldım, 10K koştum. Yarışım yaklaşıyordu.

Runtalyadan sonra asıl yarışıma bir buçuk ay kalmış oldu. Runtalya’da fazla yüklendiğim için önce sol ayağımda, kısa bir süre sonra da sol dizimde ciddi bir ağrı başladı. Koşarken geçiyordu ama sonrasında epey canımı yakıyordu.

16 Mart 2014’te geyik koşularında 28K’ya kayıtlı idim. Ama Bahar hoca koşmamam gerektiğini söyledi. İçim yana yana koşmayıp seyrettim.

22 Mart 2014 gecesi ise Çekmeköy Ormanlarında 22:00’da başlayan 45 km gece koşusuna katıldım. İlk gece koşusu olacağı için katılmayı çok istedim. Çok da faydalı bir deneyim oldu. Daha önce Geyik Koşularında tesadüfen tanıştığım Burak Kılıç ile koşarken tekrar karşılaştım. Aynı tempoda koştuğumuz için, sanırım 15. Km’den sonrasını, beraber koşarak tamamladık. Elit atletlerin hemen ardından gelmiştik. Gece ormanda koşmak çok hoşuma gitti. Yarış esnasında hiçbir şey fark etmiyordum ama dizimi yine zorlamıştım.
Çekmeköy’de 20. Km’den sonraki stabilize taşlı zemin yaklaşık 2 km kadar sürüyor. Bu bölümden geçerken sol ayağımdaki şikayetim daha da arttı. Bu yarıştan sonraki antrenmanlarıma Bahar hoca hemen müdahale etti ve azalttı. Önce ayağım için bir doktora gittim, mr çekildi, sonuç sol ayak tarağımda morton nöroma var imiş. Uzun yıllar önce ayağımı bir yere çarpmıştım. Şimdi yüklenince orada sorun ortaya çıktı. Tabanlık yaptırırsam yarışa kadar idare edebilirim dedim. Ayağım azaldı, dizim arttı. Bu durumu çok dillendirip koşu antrenmanlarımı aksatmak istemedim.

Bahar Hocamın tavsiyesi ile spor ortopedisti Prof. Dr. Mustafa KARAHAN’a gittim. Teşhisi hemen koydu ve dinlenirsem bütün şikayetlerimin geçeceğini söyledi. Nedense ben kendimi ameliyat vb. bir duruma şartlandırmıştım. Doktora gidersin, bakar ve menisküs var ameliyat edicez der diye düşündüm… Bu da takıntılı bir şekilde hazırlandığım yarışa katılamamak demek olacaktı. Oysa Mustafa Bey bana sadece dinlendirmemi, esnetme yapmamı, kalan 10 günde bisiklet ve yüzme yaparak kondisyonumu kaybetmememi, yarışabileceğimi ama sonrasında uzun bir süre dinlendirmemi tavsiye etti.

Bahar hoca hemen bisiklet programı yazdı. Yeni bir şeyler daha öğrendim. Küçük ayna, büyük ayna, devir, nabız yükseltme…

Yarış yaklaşınca yeme-içme, su, hız, nabız vb. taktikleri konuştuk.


Kalan sürede su gibi geçti gitti ve yarış günü geldi. Ne dizimde ne de ayağımda bir ağrı kalmamıştı. Son günler heyecandan biraz asabileştiğimi fark ettim. Sakinleşme çalışıyordum ama çok heyecanlıydım.

Burak ile konuştuk, yarışı beraber koşabileceğimizi, ulaşım konaklama vb. organizasyonları kararlaştırdık. Bir excel tablosunda istasyonlara hedefleyeceğimiz varış süremizi hesapladım. Burak, 19 saatlik toplam hedefin bizim için iddialı olabileceğini, 80 km'den sonra koşmanın zor olduğunu, bu tabloyu hedef alsak da 20:00 saatin daha makul olduğunu söyledi. 

Cuma öğlen ben, Burak, Burak’ın arkadaşı Başak (42K), Başak’ın arkadaşı Kaan (10K) ile beraber güle-eğlene İznik’e gittik. O kadar neşelilerdi ki bende stres falan kalmamıştı. Belediye kayıkhanesinde çadırlarımızı kurduk. Çarşıda gezip Köfteci Yusuf’ta köfteleri götürdük. Çadıra dönüp saat 22:00’a kadar uyuduk. Sonra kalkıp hazırlanıp başlangıç noktasına gittik.



3.      Bölüm: Yarış Başlıyor

Üçüncüsü düzenlenen İznik Ultra Maratonunda bu yıl Türklerden başka İngiltere, Fransa, Çin, Güney Afrika, Singapur, Japon, Almanya, Avustralya ve Yeni Zellanda’dan koşucular vardı. Gece 00:00’da 50 kişi koşuya başladık. 11 ara istasyon noktası vardı. Bu noktalarda su, kraker, bisküvi, muz, portakal vb. gıda takviyeleri mevcut olup aynı zamanda varış zamanları kaydediliyor.

İlk 50-60 km karanlıkta dağları aşma şeklinde geçti. Gece koşmanın tek kötü yanı manzarayı görememek oluyor. Sabah olup gün ağardığında rotanın zor kesimlerini geçmiş olmak büyük avantaj oldu. Tempomuz hızlı değildi ama yavaş da değildi. Ben jel, nugalı bar çikolata yiyerek ve kramp hapı içerek rahat bir şekilde geldim. Ama 9 saattir jel yemekten cırcır olmuştum. Yolda bir yere çömmek yerine 75K Örnekköy kontrol noktasına kadar dayanmayı tercih ettim.

75K kontrol noktası aynı zamanda çanta bırakma noktası idi. Yarışın başında verdiğimiz yedek kıyafet, ayakkabı vb. ihtiyaçlarımız için bir torba, bu kontrol noktasına araba ile gönderiliyor. Ulaştığımızda çantamızdaki yedekler ile üstümüzü değiştirebiliyor, gerekiyorsa ayakkabımızı değiştirebiliyoruz.

Bu noktada Burak ayakkabısından rahatsız olduğu için değiştirdi. Ben bir süre tuvalette kaldım. Çıkınca ben de daha yumuşak bir ayakkabı ile devam etmek ve etmemek arasında karar veremedim ve bu noktaya kadar beni getiren, dün öğlen İznik’e gelirken satın aldığım Salomon Speedcross 3’lerim ile devam etme kararı aldım. Bir şeyler atıştırdım ve yola çıktık. Bu istasyonda 40 dakika geçirmişiz. Bana 10 dakika gibi geldi ve inanamadım… Resmen gitmek bilmemişiz…

Bu kadar durunca yeniden koşmak zor oldu. Biraz yürüyüp biraz koşmaya başladık. Koşarken durmak istemiyordum çünkü kaslara biriken laktik asit ayaklarımı hareket ettirmemi engelliyor ve müthiş bir acı veriyordu. Yerdeki en ufak taşın bile üzerinden atlamak istemiyordum. Hele zeytin bahçelerindeki traktör tekerlerinin açtığı rollercoaster tarzı yollar tam bir işkence halini almaya başlamıştı.

Nefes veya kondisyon olarak bir problemim olmadı ama bacaklarımdaki acı bana hızlı nefes alıp verdirmeye başlamıştı. Bu şekilde 95K’daki Ilıca kontrol noktasına vardık. Ilıca bir termal kaplıca olup açık havuza girenler vardı. Havasından mıdır, uzun bir aradan sonra bulduğumuz sandviçlerden midir nedir bize çok iyi geldi bu istasyon. Yenilendiğimizi hissettik. Tekrar koşabilmeye başladık.

103K’daki Boyalıca istasyonuna doğru biraz koştuk biraz yürüdük. Sanırım çoğunlukla yürüdüğümüz için çok uzun sürdü bu ara…

120K’daki Dikilitaş istasyonuna 17 km vardı. Çok uzun geldi. İlk önce yürümeyi denedik ama yürümekle bitmiyordu bir türlü bu acılar… Koşunca moralimiz düzeliyordu. O yüzden koşabildiğimiz kadar koşalım dedik. Bu arayı 3 saatte alabilmişiz. Dikilitaş istasyonuna yaklaşırken ilerde beyaz bir şeyler gördük. Burak, burasının istasyon olduğunu söyledi. Ben mümkün olamayacağını, daha yirmi dakikalık yolumuz olduğunu söyledim. Yaklaştıkça jandarmanın arabasını da gördük. Ben hala inanamıyordum. İyice yaklaşınca istasyondakiler moral için alkışlamaya başladılar. Alkışı duyunca inanabildim, koşabilmişiz ve erken gelmişiz. Bu alkışı duyduğumdaki enerji yüklemesini nasıl tarif edebileceğimi bilemiyorum. Damarlarımdaki kan sanki tekrar akmaya başladı, ayaklarım açıldı, hızlandım… İstasyon dikilitaşın oturduğu zeminde olduğundan birkaç basamak inmek, su-kola vb. içip tekrar merdivenden çıkmak gerekiyor! Ama çok sorun olmadı ve istasyondakilerin az kaldı, bitirdiniz, çok iyi görünüyorsunuz şeklindeki motivasyonları ile tekrar koşmaya başladık.

Artık bitiş çizgisine doğru kalan 11 km’yi koşuyorduk. Kaval kemiklerimdeki acıların tarifi imkansız... Artık nefes alış verişim acıdan iyice hızlanmıştı. Kendimi sabahları antrenman yaptığım Caddebostan sahilinde gibi hayal etmeye çalıştım. Orayı koşuyormuşum gibi düşünerek bir yanımın deniz, bir yanımın yeşil alan olduğunu, denizdeki dalgaları ve martı seslerini, kayalıklardaki kedileri ve köpekleri düşünmeye çalıştım. O anda hayal kurabilmenin ne kadar kolay olduğunu fark ettim. Ayaklarımı düşünmemek için başka şeylere konsantre olmak güzel oldu.

Burak’ın bu kısımdaki performansı benden çok daha iyi idi. Koşup gidebilecek enerjisi vardı, ama benim ayaklarımda öyle bir imkan ve ihtimal yoktu. Genelde o önden gidip tempo tutuyor, ben de ona uyum sağlıyordum. Ama artık enerjim kalmamıştı. Ondan yanımda koşmasını rica ettim, kırmadı ve yavaşladı. Şehre tam yaklaştığımızı düşünürken yol birden tekrar sola zeytin bahçelerine döndü. İşaretlere göre doğru gidiyorduk ama son kısımda neden tekrar yukarılara doğru gittiğimizi anlayamadım. Sanırım kabullenmek istemedim… Bir an önce ana yolu geçip sahilden merkeze ulaşmak istiyordum.

Hava kararmıştı. Sarı yeleklerimizi giyip kafa lambalarımızı taktık. Bir süre daha zeytin bahçelerinde dolaştıktan sonra ana yolu geçip şehir merkezine yaklaşmaya başladık. Trafik polisi yolu keserek bizim durmadan ve sorunsuz bir şekilde karşıya geçmemizi sağladı ve bizi kale içine yönlendirdi. Kale içinden geçip sahile doğru geldik ve sahilden merkeze doğru koşmaya başladık. Bitiş çizgisine yaklaşık 1 km kalmıştı. Hızlanabildiğimi görüp halime şaşırdım. Halan koşacak enerjim varmış. Peki nasıl oluyor da iki üç saat önce koşamıyordum… O noktada ilk aklıma gelen şey moral oldu. Moraliniz iyi ise daha güçlü olabiliyorsunuz. Demek koşarken çektiğim acıları düşünmek yerine moralimi yükseltseydim daha rahat edebilirdim.

Son sokağı da dönüp yukarıya doğru bitiş çizgisini gördük. Yaklaşırken sağlı sollu yolda yürüyenler alkışlıyorlardı. Çok mutluydum, bitiriyorduk. Son çizgiyi Burak ile beraber kol kola geçtik. İznik çinisi madalyalarımızı boyunlarımıza taktılar. 130 km’yi toplam 20 saat 50 dakikada tamamladık.

Sonunda bitmişti ama insan bittiğini bile hemen idrak edemiyormuş… Kenara çekilip tansiyonumun normale dönmesi için bir yere yaslandım. Esnetme yapmamı söylediler, denedim ama hareket etmem mümkün değil ki… Sonra Aslı’yı aradım. Konuşmaya çalışıyordum ama sinirlerim öyle bir boşaldı ki kelimelerimi toparlayamadım…

Biraz daha toparlandıktan sonra Bahar Hocamı aradım. Yaşadıklarımı anlattım. Bitirdiğime çok sevindi. Çok emeği var üzerimde. O olmasaydı muhtemelen ben daha antrenmanlarımda kendimi sakatlayıp bu yarışa da hiç giremeyecektim.

4.      Bölüm: Yarış Sonrası

Biraz kendimize geldik ve Köfteci Yusuf’ta protein depolarımızı doldurup çadırlara gidip yatalım dedik. Siparişleri verdik. Jel mağduru olarak ben yine önce tuvalete gittim. 10 metre uzağımdaki yere uzun bir sürede vardım. Hem yürümesi, hem oturması hem de kalkması ayrı bir işkence oldu. Ama değdi J

Köfte ve kaymaklı ekmek kadayıfı ile çay faslından sonra çadırlarımıza döndük. Saat 23:00 civarıydı sanırım. Sabah 07:00’de uyandım. Sürünerek çadırdan çıktım. Bacaklarımın açılması için sahilden yürümeye çalışarak merkeze doğru gittim. Ufuk ile karşılaştım. O da benim gibi yarım saattir uğraştığını ancak bu kadar açabildiğini söyledi. O da kendi macerasını anlattı. Merkeze gidip kahvaltı yaptım. Sokakları dolaşmaya başladım. Pazar sabahı olduğu için dükkanlar açılmamış. Tarihi İznik Hamamını gördüm ve hemen girdim. Biraz iyi geldi. Tellak İbrahim ile sohbet ettik. Ben yaptırmadım ama maratoncularımızın bir kısmı randevu ile kendisine geldiğini, kendisinin de atletizm ile yıllarca uğraştığını, bugün de 10K koşusuna katılacağını anlattı. Biraz siyaset ve sosyal konulardan bahsettik. Belgeseli olduğunu ise daha sonra Kaan’dan öğrendim.

Saat 10:00’a doğru Aslı ve canım oğlum Can geldi J Aslı yarışa daha yarım saat olduğunu, kayıt yaparlarsa koşabileceğini söyledi. Hemen kayıt yaptırıp apar topar bir yerlerden tayt alıp organizasyonun verdiği tişörtü dükkânda giyip start verilirken yarışa başladı. Kategorisinde altıncı oldu.

Ardından tekrar Köfteci Yusuf’a gittik. Karnımızı doyurduk. Çini dükkanlarını gezip sahipleri ile sohbet ettik. Yola çıkıp feribotumuza yetiştik ve evimize döndük. Bacaklarım bir gün sonra, ayaklarım ise üç gün sonra yürüyebilecek kadar normale döndü.

Feribotta Türkiye’nin gururu, ultra maratonların efsanevi koşucusu Bakiye Duran ile karşılaştık. Uzun uzun sohbet ettik. İznik Ultra Maratonuna başlarken ilham aldığım kişi ile İznik Ultra Maratonunu koştuktan sonra dönüş yolunda yan yana düşmüştüm J Bana çok hızlı gittiğimi, daha yavaş gitmem gerektiğini söyledi. Kendisinden öğreneceğim çok şey var. Yarışın başında kısa bir süre beraber koştuk. Ama bizim tempomuz daha yüksek olduğu için ilerledik ve gittik. Sanırım sekseninci kilometreler civarıydı, bizi yakaladı ve geçti. Geçerken kendisini ayaklarımızın gitmediğini, bir taktik verip veremeyeceğini sorduk. Ayaklarınız gitmiyorsa bir arabaya binin dedi J Bizden bir saat 40 dakika önce bitirdi.

5.      Bölüm: Yarış Hakkında

Macera Akademisi, artık oturmuş yapısı ile çok güzel yarış organizasyonları düzenliyor. En başta Geyik Koşuları olmak üzere düzenlediği her yarış birbirinden eğlenceli oluyor. Ülkemizde imkân çok olmasına rağmen çok az sayıda ultra maraton var. Bunların en başında İznik Ultra Maratonu geliyor. Yarış öncesi, yarış esnasındaki ve yarış sonrası düzenlemelerin hepsi başarılı. Yurt dışında bir yarışa dahil olmadım ama dünya standartları ne ise fazlasının olduğuna eminim. Makarna partisinden ikmal noktalarına, start organizasyonundan ödüllere kadar hepsi çok iyi düşünülmüş. Bu işi bilenlerin yaptığı belli oluyor. Koşarken sadece yarışa konsantre olabiliyorsunuz. Bu organizasyonda emeği geçen herkesin ve koşarken alkışlayan tüm ellerin yüreğine sağlık diyorum. İki yapıcı eleştirim de var ama bu eleştirilerimi organizasyon sorumlularına, övgülerimi de okuyan herkese iletmek istiyorumJ

6.      Bölüm: Niçin?

Koşarken bir merkezden geçiyorduk. Yanda bir teyze oturmuş bize gülümseyerek niçin koşuyorsunuz diye sordu.

Herkesin kendisine göre sebepleri vardır. Beni en çok çeken doğada olma duygusu. Ultra maratonlar da buna vesile oluyor. Antrenmanlarım sayesinde hafta sonları Belgrad Ormanında, Çekmeköy Ormanlarında, Aydos Ormanında koşabiliyorum, gezebiliyorum. Yarışlar sayesinde hem İznik’i hem de İznik Gölünün çevresini gezme şansım oldu. Bundan sonraki yarışlarda da kim bilir doğanın hangi güzellikleri görebileceğim.
Diğer yandan da sağlık için. Koşmak insanın vücudunun dinç kalmasını sağlıyor. Normalde 50 yaşlarında insan vücudu çökmeye başlıyorsa, düzenli koşanların 60’lı yaşlarda hala güçlü ve hareketli olabildiği söyleniyor. Buna ben de yarışlarda tanıştığım kişilerden şahidim.

Ultra Maratonun bir katkısı da insanın ele aldığı bir işi sonuna kadar götürmesini öğreten bir yanının olmasıdır. Antrenman sürecinden hiç bahsetmiyorum. Yarışı koşarken kaybolabiliyorsunuz. Suyunuz, yiyeceğiniz bitebiliyor. Yağmur başlayabiliyor. Ya da daha öncesinde yağdıysa balçık çamurlarda koşmak zorunda kalabiliyorsunuz. Çok sıcak ya da çok soğuk olabiliyor. Moraliniz bozulabiliyor. Ayaklarınızda, bacaklarınızda ağrılar dayanılmaz seviyelere çıkabiliyor. Ama yılmıyorsunuz, mücadeleyi bırakmıyorsunuz, sonuca ulaşana kadar uğraşıyorsunuz ve tamamlıyorsunuz. Ne kadar zor olursa olsun, yürüyerek dahi olsa bitirmeye çalışıyorsunuz. Tıpkı hayat gibi. Ultra maraton hayattır diyebilir miyiz?

Hayatımın ilk ultra maratonu olduğu için İznik UltraMaratonu her zaman benim için çok özel olacak.

İznik Öncesi

0 yorum

İznik Ultra öncesi gittiğim doktor kontrolünde sol diz kıkırdakta ödem teşhisi kondu. Koşmam durumunda sakat kalma gibi bir risk yok ama beni epeyce yavaşlatacak. Özellikle inişlerde çok dikkat etmem ve fazla hızlı gitmemem gerekiyor. Ayrıca bacaklarımın esnek olduğunu ancak esnekliğin eşit olmadığını, bacak ve bel esnetme yapmam gerektiğini söyledi.
Baton kullanma konusunda ultraların üstadı Aykut'tan bilgi aldım. İznik için gerek yok dedi. Ben de aklımdan çıkardım.
Antrenmanlarıma devam ediyorum. Hazırlık için listeye göre sağlık raporu, plastik bardak ve kilitli poşet kaldı.


Aydos koşu parkuru

0 yorum

Hafta sonu Burak ile Aydos Ormanlarında 2 saat 10 dakikalık bir antrenman yaptık. 18.23 km koşmuşuz. Genelde yokuşlu yolları tercih ettik. Sol dizimde bir problem olduğundan fazla yüklenmek istemedim. Kontrollü koşmaya çalıştım. Koşu sonrası hafif bir ağrı oluşsa da bir gün sonra geçti. Buz tedavisi iyi geliyor. Bu akşam bir doktora gidip baktıracağım. Umarım koşma demez...

Aydos koşmak için güzel bir yer. Yükseklerinde rüzgar kuvvetli esiyordu. Manzara da çok güzel. İç kesimlerde yoğun bir orman görüntüsü olmasa da geniş patikaları koşmak için çok rahat. Sanırım ilkbahara girdiğimizden, yerlerde çok sayıda renkli tırtıl vardı. Bir süre sonra kelebek olacaklar. Kuş sesleri ve yoğunlukla çam ağaçları arasında koştuk.

Burak daha önce iki defa İznik Ultra'nın 80 km'lik parkurunda koşmuş. Tecrübelerini anlattı. 130 km için izleyeceğimiz stratejiyi ve konaklama için neler yapılabileceğini konuştuk. Amacımız kürsü değil, bitirmek olduğundan tadını çıkartmayı düşünüyoruz.

Koşu sonrası tesislerde menemen, mıhlama ve bolca çay ile güzel bir kahvaltı yaptık.

Benim dizimdeki problemden dolayı da baton kullanma konusunu araştıracağım.

Hafif olmak için telefonumu üzerime almadığım için fotoğraf da çekemedim. Bu yazı fotoğrafsız olsun.

Genel

0 yorum

Blog yazmak hem zevkli hem de zaman alıcı bir iş. Mümkün olduğu kadar kısa ve anlık yazmaya çalışarak zaman problemini halletmeye çalışacağım. Bir uzman gibi değil, deneyerek öğrenmeye çalışan biri olduğumu hatırlayarak okumanızı dilerim. Umarım anlattıklarım birilerine faydalı olur.