İlk yurt dışı ultramaraton deneyimimi de yaşamış oldum :)
2014 Kasım ayında yeni yıl için kendime yurt dışında koşulacak güzel bir ultra maraton araştırdım. Ağustos ayında koşulacak bir yarış bulduktan sonra buna hazırlık olması için öncesinde koşulacak iki ultra daha buldum.
Bunlardan birincisi İznik Ultra idi. Nisan ayında koşup tamamladım. İkincisi ise Zugspitz Ultratrail 100K idi. Bunu da koşup tamamladım. İleride koşmayı düşüneceklere bilgi olması amacıyla burada aklımda kalanları paylaşacağım.
Yarış 20 Haziran Cumartesi olduğundan birkaç gün öncesinde giderek havasına, ortamına, parkuruna alışmayı düşündüm ve Salı gününe Münih'e biletimi aldım. Münih'ten Grainau'ya iki tren ile gidiliyor. Tren biletini önceden almaya gerek yok. Kalacak yer olarak da Grainau'nun içinde bir Gästehause ayarladım. Grainau'ya gelince de gördüm ki hemen hemen bütün evler misafirhane şeklinde. Hepsinde kiralık boş oda ilanı var. Almanya'nın en büyük kayak merkezlerinden biri olmasına rağmen hiç otel yok. Evlerde iki katlı, en fazla çatı katı ile üç katlı görünüyorlar. "Ne acayipler di mi!"
Bavyera bölgesi geçmişlerine çok bağlı. Yaşam tarzları, konuşmaları, evleri, yeme içme alışkanlıkları ile geçmiş alışkanlıklarından çok da kopmadan yaşamaya devam ediyorlar.
Grainau çok küçük bir yer. Her şeyden bir tane var. Bir tane park, meydan, market, sosyal merkez vb. Bunlar da Çarşamba ve Pazar günleri kapalı. Bir çoğu gündüz 9-18 arası açık ama 13-15 arası kapalı.
6-7 km mesafede Garmish-Partenkirchen diye başka bir ilçeleri var. Burası nispeten daha büyük. Merkezi yerlere vasıtlar da buradan hareket ediyor.
Aynı parkurda, farklı noktalardan başlayıp Grainau'da biten altı farklı mesafede yarış düzenleniyor. Ben Ultratrail 100K parkuruna kayıt oldum. Daha sonra Bahadır İşseven ve Soner Ulutan da ultratrail parkuruna, Nesrin İşseven, Aytuğ Çelikbaş ve Mehmet Yıldırım supertrail 80K parkuruna kayıt olunca toplam 6 kişi olduk. Tanıdık birilerinin de orada olması çok pozitif etki ediyor.
Uçak indikten sonra macera da başladı. Önce valizimi kendi valizleri sanan şirin bir aile, benimkini alıp gidince havaalanında dönmelerini beklemek zorunda kaldım. Neyse ki 4 saat sonra geri geldiler. Dolayısı ile Grainau'ya kadar giden son treni kaçırdım. Garmisch'e kadar gidip Grainau'ya taksi ile geçmek zorunda kaldım.
Kalacağım adrese geldiğimde tek katlı bir baraka ile karşılaştım. Yandaki evin mutfağındaki kadına el sallayınca kapıya çıktı. Adres ve ismi gösterince o benim dedi. Tek kelime ingilizce bilmiyordu, ben de dört-beş kelimelik almancamla dediklerinden pek birşey anlayamıyordum. Ama her şeye evet dediğim için anlaşmak çok zor olmadı. Bana odamı, kahvaltı salonunu, banyoyu gösterdi. Çok güzel, temiz ve şirin bir ev. Çok hoşuma gitti. Geç olduğu için yerleşip yatıp uyudum.
Çarşamba sabahı lezzetli bir kahvaltı yaptıktan sonra giyinip rotayı tanımak için koşmaya çıktım. Rotayı Oruxmap'e yüklediğim için hiç kaybolmadan rahatlıkla koşabildim. İlk önce başlangıçtan birkaç km gittim, pek hoşuma gitmedi. Kestirme bir yol bulup dönüş rotasından geriye koşmaya karar verdim. Başlangıçta zaten bir dünya insan olacak. Dönüşte yalnız olma ihtimalim var. Hem de yolu bilirsem son bölümü daha rahat koşarım diye düşündüm.
Dönüş rotasından geriye doğru koşunca hep tırmanmak zorunda kaldım. Ama orman, ağaçlar, patika, hava, oksijen vb. etkilerden dolayı kendimi kaybedip son kontrol noktasına kadar çıkmışım. Yaptığımın hata olduğunu Emre Tok'un facebook'taki uyarısından sonradan anladım. Bahar Hoca sadece rahat ve kısa bir jog yazmıştı. Ben bildiğin yokuş antrenmanı yapmış oldum. Çıkmak ve inmek iyi geldi ama koşu sonrası sol dizimde bir ağrı başladı. Duş alıp öğle yemeğini hallettikten sonra Eibsee Gölüne gittim. Koşu az gelmiş gibi gölün etrafını da yavaş yavaş yürüdüm. 7 km. Zugspitz zirvesine çıkan teleferik burada. Göl, dağın altında inanılmaz güzel ve büyüleyici görünüyor. Muhtemelen dağdan gelen temiz sular ile sürekli beslendiği için gölün suyu içilecek berrak.
Perşembe de aradaki köylerin içinden geçen patikaları takip ederek Garmisch'e kadar yürüdüm. Garmisch daha büyük ve eğlenceli bir yer.
Cuma, kayıt işlemlerimizi tamamladık. Yarış kiti, çanta, jeller, flesk suluk ve daha bir sürü hediye ile kayıt parasını çıkardık. Fuar açıldı. Küçük ama yeterli bir fuar oldu. Mammut'un MTR 201 trail ayakkabılarını çok sevdim. Bir gün denemek isterdim. Cuma fazla yürümedim :) Salomon'un 20 € değerindeki indirim kuponunu da değerlendirdim. Fiyatlar yaklaşık yüzde yirmi indirimli idi. Ama kur farkından dolayı TL'ye çevirince Türkiye'de daha ucuza alabileceğim bir fiyata geliyordu.
Aynı zamanda makarna partisi ve kamçılı, müzikli gösteriler de yapıldı. Brifing verildi.
Ayakkabı olarak Speedcross 3'leri seçtim. Çünkü öncelikle Elena bir sene önce burada başarı ile bu ayakkabı ile koşmuştu. Benim Çarşamba günü yaptığım deneme koşusunda da zemine çok iyi tutunduğunu gördüm. Eğer Slab ultra softground'larım olsaydı tercih edebilirdim. Ama özellikle inişlerde speedcrossları seçtiğime çok mutlu oldum.
Cumartesi sabahı yarış alanı girişinde çanta kontrolü yapıldı. İki-üç şeye bakıyorlardı. Bir tanesi handy idi. Alman görevliye defalarca ne demek istediğini sorduktan sonra çantamı açınca en üstte cep telefonumu görünce okey dedi ve kontrolü geçtim.
Bahadır ile start fotoğrafımızı çekildik. İşaret verildi ve yarış başladı. Aslında başlamamış. Çünkü önümüzde gösteri korteji ilk sokağı geçene kadar yürüdü. Sokağın bitimine doğru ayrıldılar, kontrol bantının üzerinden geçtik ve koşmaya başladık. Yağmur da başladı. Yarış bitene kadar da hiç kesilmedi. Sokakları dönüp patikaya girince bir grup inek de aramıza katılıp koştu. İlk defa benden daha yüksek bir inek gördüm.
Yarışın ilk dört saatini Bahadır ile beraber koştuk. Daha sonra İsviçre'deki yarışta koşmam gereken tempoya düştüm. Sonuçta bu yarış bir test olacaktı benim için. Bundan sonra Bahadır'ı bir kere de dropbag noktasında gördüm.
Çok hızlı gitmeden kontrollü bir şekilde tırmanmaya başladık. Zemin yağmurdan dolayı oldukça yumuşaktı. İlk kontrol noktası Eibsee Gölü yakınında. Orman içinde dar patikalarda rahat bir şekilde geldik. Su veya gıda ihtiyacımız olmadığından hiç durmadan devam ettik. Seyirciler ve çan sesi çok güzeldi.
Bir iki ufak tırmanıştan sonra bir kayak pistine vardık. Çim zemin üzerinde oldukça dik bir tırmanış idi. Burada batonlarımı kullanmayı öğrendim. Benim için ilklerden biriydi. Tırmandıkça uzuyormuş gibi geliyordu. Bitmek bilmedi. Manzara mükemmeldi. Bir noktadan sonra sağdan tekrar patikalara daldık, küçük bir tepe ve dar-çamurlu geçişlerden sonra başka bir kayak pistinden biraz aşağı inerek ikinci kontrol noktasına vardık.
Burada da fazla oyalanmadan ikmallerimizi yaptık ve pisti yanlamasına geçerek tekrar patikalara daldık. Ormanın içinden kesik dallar, ağaçlar arasında bir miktar aşağıya indik. Hızlı indiğimizi farkedince Bahadır'ın uyarısı ile biraz tempo düşürdük. Sonuçta yarışın daha başı sayılırdı. Zaten biraz daha gittikten sonra tırmanmaya başladık. Hava sisli ve soğuktu. Yağmurun hiç kesilmediğini söylemiş miydim?
Üçüncü kontrol noktasına geldiğimizde uzun alt ve üst giymenin zorunlu olduğu belirtildi. Ben zaten uzun başlamıştım ki :) Yarışın başında don atlet ve minicik bir sırt çantası ile başlayan pro'yu düşündüm. O minik çantasının neresine sokmuştu alt ve üst uzun giyeceklerini diye. Neyse.
Devamında tempomu düşürüp İsviçre'yi düşünmeye başladım. Bahadır gözden kayboldu. Sıkı tırmanıyorduk. Yükseldikçe karla karışık yağmura döndü. Daha sonra epey uzun bir iniş sonrası dördüncü kontrol noktasına vardım. Saatime baktığımda buraya kadar dakik bir şekilde tutan ara mesafe ve süre hedeflerim dördüncü kontrol noktasında saptı. Hem süre hem mesafe kısa çıktı. Ben suçu saatime bulsam da yarış sonrası öğrendiğime göre tepe noktasına çıkmadan başka bir yola sokmuşlar bizi ve parkur biraz kısalmış. Saatimin suçu yokmuş ama ne kadar kısaldığını bilemediğimden ve o anki yarış psikolojisinden tahmin edemediğimden bir daha da saatime bakmamın bir anlamı kalmadı.
Dördüncü kontrol noktasından çıkınca yine tırmanmaya başladık. Buradaki tırmanışı iki etaplı düşünebilirsiniz. Yarısı, ilk etap, ara ara koşma imkanı da veren manzarası çok güzel, kimi yerde ağaçların arasından kimi yerde düz yollardan giden bir bölüm. İkinci etap yani tepeye çıkan yolun ikinci bölümü gerçekten çok yıpratıcıydı. 2048 metredeki zirveye çıkarken bir noktada durmak ve nefes almak zorunda kaldım. Sonuçta antrenmanlarını 0 rakımda deniz kenarında yapan biriyim. Baktığımda dağların üst kısmı karlı, alt kısımları yemyeşil görünüyordu. Koşucuların tek sıra halinde batonlarına asıla asıla çıkmalarını izleyebiliyorsunuz. Kısa bir video çekip devam ettim ve devam ettim.
Zirvede de foto ve video çektim. Biraz etrafımı seyredip anın tadını çıkardım. Üşümeye başlayınca koşmaya devam ettim.
Zirveden iniş en zor bölümlerden biriydi. Çünkü çimde koşuyorduk ve yerler aşırı kaygandı. İki kere düştüm. Speedcross da bir yere kadar yardım edebildi. Çim bittikten sonra single track dediğimiz bir kişinin geçebildiği bir parkurdan inmeye başladık. Döne döne, merdiven gibi bir iniş yolu vardı. Beşinci yani dropbag noktasına varmam epey zamanımı aldı. Bu dönerek ve bazı yerlerde ağaç köklerinin üzerinde zıplayarak gittiğim bir bölümde sağ dizimi sakatladım. IT bandın diz kemiklerine değdiği yerde şiddetli bir ağrı başladı. Hemen o bölgeye biraz masaj yapıp esnettim. Esnetince rahatladı.
Beşinci kontrol noktasına vardığımda çantamı almadan önce bir şeyler yemek ve içmek istedim. Bahadır da çıkmak üzereymiş. Yanıma gelip üzerimi değiştirmemin iyi olacağını söyledi. Karnımı doyurduktan sonra çantamı aldım. Çok oyalanmadan bırakıp çıktım. Küçük, kalabalık ama yeterli bir yer hazırlamışlar. Değişme kabini var mıydı bakmadım ama varsa da kullanmayanlar vardı.
Yarışın bundan sonraki bölümü epey düzdü. Asfaltta, toprak yollarda tırmanmadan ya da inmeden epey mesafeler kat ettik. Ama sağ dizim ara ara kendisini hatırlattı. Bir kısmı düz olsa da batonlarımla gitmek zorunda kaldım. Dizime fazla yük bindiremiyordum ve esnetmek zorunda kalıyordum. Birçok koşucu bu kısımda yanımdan geçip gitti.
Sekizinci kontrol noktasından sonra yine dik bir tırmanış başladı. Tırmanmayı sevmeye başladım. İnmekten daha kolay geliyordu. Yağmurun hiç kesilmediğini söylemiş miydim? Artık ne acı, ne de başka birşey hissetmemeye başladım. Bir ara kendime dışarıdan baktığımda epey gergin olduğumu gördüm. Moralimi toparlamak için etrafı seyredip "bir daha ne zaman gelicem buralara, biraz tadını çıkartayım" dedim. Kendimi daha iyi hissetmeye başlayınca tırmanmaya devam ettim.
Dokuzuncu kontrol noktasına gelince rahatladım. Çünkü son bir tepeyi çıkıp, inip, tekrar buradan geçip aşağıya sallanacaktık. İyice karnımı doyurdum, ne de olsa sisli ve karlı bir tepeye tırmanacaktım. Hava da kararmaya başlayacak belki son bölümü karanlıkta koşacaktım. Toparlanınca işaretleri takip ederek ilerledim. Ama yol tepeye değil aşağıya dönüyordu. Teleferik istasyonunun altına döndüğünü görünce durup geriye baktım, sağa sola baktım. Herkes bu yoldan gidiyordu. Tepeye çıkan yol şerit ile kapalıydı. Ve duruma uyandım. Son tepeyi parkurdan çıkarmışlar, direk aşağıya inip finish'e gidiyorduk. Bir anda içimi bir sevinç kapladı. Ne de olsa iniş yolunu da biliyordum.
İniş keskin ve kısa dönüşlerden oluşuyordu. İlk bölümü nispeten sert kayalardan oluşuyor. Sonra yumuşak ama dar. Teleferik hattının altından geçince bir miktar çim ve geniş bir alandan geçip yine yumuşak bir zeminden geniş güzel bir iniş bölümü başlıyor. Son bölümde de kaygan ve geniş bir yoldan geçip derenin kenarından gidip kilisenin yanından asfalta bağlanıyor.
Saldım gitti. Sanki tepeden aşağıya yuvarlanmış bir taş gibi gidiyordum. İniş single track olduğu için nefes alış verişimi duyan kenara çekilip yol veriyordu. Bir tanesi yol vermek yerine benim önümde bir süre koştu. Ama baktı ki kendisinden daha deli birisi, kenara çekilip geçmek ister misin dedi. Ben de teşekkür edip uzaklaştım. Yokuşun sonlarına doğru Nesrin'le karşılaştım. Selamlaştık ama duramayacağımı söyledim, zira arkamdan iki kişi geliyordu. Yarış boyunca defalarca bu arkadaşlar ile karşılaştım. Son bölümde benden daha iyilerdi asfalta inince beni geçtiler.
Asfalt demek yarış bitti demek sayılırdı. Normal bir tempoda koşmaya devam ederek, camlardan, yol kenarından alkışlayanlara teşekkür edip, güle oynaya finishe vardım. Kendimi çok iyi hissediyordum. Finishte Aytuğ karşıladı. Tanıdık birini görmek ve sevincimi onunla paylaşmak çok güzeldi. Fotoğraf çekildik. Biraz dinlendik ve masaja gittik.
Organizasyondan gelen maile göre yarış 90.9 km uzunluğunda ve 4.500 metre toplam tırmanış ile bitmiş. Son tepeyi sis ve kardan dolayı gece karanlığında kimseye bir zarar gelmemesi için çıkarmışlar.
Duş alıp üstümü değiştirdim. Masaj ikinci kattaydı. Merdivenleri batonlarımla çıktım. Çünkü sağ dizim artık taşımak istemiyordu beni. 22 € ödemesini yapıp bacaklarımı masöz arkadaşa teslim ettim. 20 dakika sonra artık yürüyebiliyordum, mucize :)
Anlatacak daha çok şey var ama onları da soranlara aktarayım.
Beni bu yarışa hazırlayan Bahar Saygılı hocama çok teşekkür ederim. Benim bu sporu kendimi öldürmeden, süründürmeden, keyif alarak yapmamı sağlıyor.
Şirketim Teknopark İstanbul A.Ş. vermiş olduğu destek ile motive olmamı sağlıyor. Spora ve sporcuya verdiği destek ile örnek, modern ve yenilikçi bir kuruluş olduğunu gösteriyor.
Özellikle Genel Müdür Yardımcımız Ahmet IŞIK, sporcu geçmişinden dolayı halimden anlıyor, ilgi ve alakasını eksik etmiyor. Umarım şirketimizde de birkaç arkadaşı koşmaya teşvik edip başlatabilirim.
Hafta sonları beraber koşarak hazırlandığımız, birbirimizin motivasyonunu arttıran, destek olan, can ciğer kuzu sarması Çekmeköy grubu arkadaşlarıma ve aktardığı bilgi-tecrübe üstadlarıma da çok teşekkürler.
13 Ağustos, Swiss Irontrail'de görüşmek üzere :)
0 yorum:
Yorum Gönder