Yaşadıklarımdan: Eylül 2015

Swiss Irontrail - T201

2 yorum


2015 yılı için hedeflediğim 3. ve son yarış olan Swiss Irontrail - T201'i tamamladım. Yazdığı koşu programları ile sakatlanmadan ve sosyal hayatımı sıfırlamadan hazırlanmamı sağlayan Bahar Saygılı hocama, güvenip desteği ile yanımda olan şirketim Teknopark İstanbul A.Ş.'deki yöneticilerime, koşu arkadaşlarıma, Davos'ta evini paylaşan Nicky'e, yarış sonrası Zürih'i gezdiren Güven kardeşime de çok teşekkür ederim. Aslında bu uzun süreçte hayatıma dokunan daha çok kişi var. Başarmam için katkı sağlayan herkese canı gönülden teşekkür ederim.

Benim için büyüleyici güzellikte olan bu yarışın notlarını unutmadan hemen yazmaya çalıştım. Umarım daha sonra koşacaklara faydası olur.

Yarış, İsviçre'nin Alp Dağlarında geçiyor. Başlama ve bitiş noktası Davos. T201, T121, T91, T41, D21, A21 kodlarında altı farklı yarış aynı anda organize edilmiş. Organizasyonun verdiği rakamlara göre T201 parkurunun toplam uzunluğu 204 km, 11.440 m toplam tırmanışlı. Zaman limiti 64 saat, oldukça geniş. 48 saatte bitirmeyi planlamıştım ama benim için hayal olduğunu kısa sürede anladım. Bu yarış benim için bir günden uzun sürecek bir yarış olarak bir ilkti. Biraz tecrübeli olsaydım rahatlıkla 53-54 saatte bitirebilirdim. Belki seneye :) Bu sene bitirmem önemliydi. 58.5 saatte bitti.

Davos, 1558 m rakımda bulunuyor. Parkurun en yüksek noktası 2.755 metrede, en düşük noktası ise 851 metre. Yarışın ilk 130 km'si genelde 1800 metrelerden 2550-2755 metrelere defalarca çıkıp inme şeklinde geçiyor. Daha sonra 851'den 2653'e çıkılıp inildikten sonra son olarak 2346'daki Strelapass kapısından geçilip Davos'a inilerek bitiyor. Dolayısı ile büyük bir kısmı 2000 metre üzerinde geçiyor.

Çoğunlukla single track, Çok az bir kısmı asfalt ve düz yollardan oluşuyor. Beni rahatsız etmedi. Şehir içlerinde bile asfalttan geçirmemek için çevresindeki patikalara yönlendirmeye çalışmışlar ama mesafe uzun olunca ister istemez bir kısmı asfalt yollardan geçmiş.

Bazı bölümlerinden geçişler oldukça tehlikeli. Özellikle bir noktada patikadan ilerlerken aşağıya düşmemek için kenarlara tutunmak zorunda kaldım. Küçük bir kısımda da kaya yüzeyinden yukarı tırmanırken ellerimi yere koymak zorunda kaldım. Bazı kısımlarında çok uykulu iseniz uçurumdan düşme riskiniz de var. Ama bu saydıklarım parkurun çok az bir kısmı için geçerli. Korkacak bir durum yok.

Kontrol noktalarının arası mesafe olarak çok görünmese de süre olarak oldukça uzun zaman alıyor. Biz ülkemizde düzenlenen yarışlarda maksimum iki saatte bir sonraki kontrol noktasına varmaya alışkınız. Burada üç-dört saati bulabiliyor. Kenarlardan akan kaynaklardan doldurarak suyunuzu tedarik etmeniz gerekiyor. İlk gün havanın sıcak olmasından dolayı suyum yetişmediğinden defalarca kaynak sularından doldurarak içtim. İkinci gün yağmurlu olmasından dolayı çok su ihtiyacı duymadım ama yorgunluk, yağmur, çamur, parkurun zorluğu, yükseklik farkı derken, iki kontrol noktası arasının üç buçuk saate vardığı yerler oldu.

İşaretleme genel olarak yeterliydi. Gece bölümünde biraz daha reflektörlü şerit konulmasını gerektiren yerler vardı. Tereddütte kaldığım birkaç dönüş oldu. Kolumdaki Suunto'nun şarjı bitene kadar bu dönüşlerde çok faydasını gördüm.

Zorunlu malzeme olarak tüm ultramaratonlarda istenenlerin aynısı istendi. Başta bir sorumluluk yazısı imzalatıldı. Zorunlu malzeme kontrolü hiç kimseye yapılmadı.

Organizasyon için pek güzel şeyler söyleyemeyeceğim. Öncelikle drop-baglerimi kontrol noktalarına taşımayı unuttular. Bu konuda yalnız değilmişim. Alışveriş için fuar vb. alanı yoktu. Eksiğinizi mağazalardan tedarik edebilirsiniz ama avrupa fiyatlarının çok üzerindeki fiyatlara. Yarış başlarken yeterli heyecan ve güzel bir atmosfer sağlanamadı. Bittiğinde de farklı değildi. Benim için çok önemli değildi ama sponsor hediyeleri, bitirme madalyası vb. herhangi bir şey verilmedi. Bitişte sadece finisher t-shirt'ü, hot-dog, alkolsüz bira ile hafif bir masaj dışında herhangi ekstra bir şey yoktu. Bunlar için koşmuyoruz ama iki yüz km koştuktan sonra bir iki hatıra olsun istiyor insan, en azından bir finisher madalyası... Dediğim gibi, çok da önemli değil.

Gönüllüler ise çok çok iyiydi. Her noktada ellerinden gelen yardımı yaptılar. Özellikle dopbaglerimin unutulmasından dolayı daha da yardımcı olmaya çalıştılar. 18 kontrol noktası vardı. Bunların bir kısmı spor salonu vb. mekanlarda düzenlenmiş ama çoğu bazı yapıların bodrum katlarında, barakalarda, restoran alanlarda veya açık alanlarda tente ile düzenlenmiş. O şartlarda iki-üç gün boyunca orada gönüllü olarak bulunmak ayrı bir ultra performans gerektirir. Sanırım toplam 300 gönüllü görev almış. Hepsine ayrı ayrı teşekkürler. Sağ olsunlar, var olsunlar.

KAYIT

Yarıştan bir önceki gün akşam üstü 5 ve 7 arasında spor salonunda düzenlenen alanda kaydımı yaptırıp trackerı, numaramı ve üç adet dropbag torbamı teslim aldım. Masadaki kalemler ile torbaların üzerine numaramı ve hangi istasyona bırakılacağını yazdım. Eve gelerek daha önceden hazırladığım malzemeleri torbalara koydum.

İlk dropbag noktası Samedan 56. km'de, ikincisi ise Savognin 137. km'de, üçüncü torba ise Davos'ta kalıyor ve yarış sonrası giyebileceğiniz kıyafet vb. şeyleri koyabiliyorsunuz. İlk nokta nispeten yakın olduğundan fazla doldurmak istemedim. Saatimin şarj kablosunu, şarj için pil, yedek kıyafetler, ayak kremi, çorap ve bir powerade koydum. İkinci torbaya ise yağmur ve havanın soğuma ihtimaline karşı hem kalın hem ince yedek kıyafetler, yedek pil, şarj için taşınabilir pil, pişik ve ayak kremleri, duş için havlu, şampuan, iç çamaşırı, çorap, yedek ayakkabı, yedek kramp hapları (salt stick) koydum. Böylece bu noktada dünyaya yeniden gelmiş gibi olmayı planlamıştım. Ama boşunaymış. Neyse.

Torbaları hazırlayıp kayıt salonuna tekrar döndüm. Görevliye sorarak üzerinde T201 yazan torbaya dropbaglarimi bıraktım. Elveda dropbaglar.

YARIŞ

Sabah altıda kalkıp bir şeyler yedim. Giyinip hazırlandım ve start alanına gittim. Çok kalabalık değildi. Bir iki foto çekildim. Saat yaklaşınca alan doldu. Seksenlerden kalma birkaç şarkı çaldılar. Start müziği olarak da "Baby Hands Up" 'ı çaldılar. Bu coşkulu eser yarış boyunca kulağımda çınladı. Saat geldi ve mikrofonu tutan görevli ondan geriye doğru saymaya başladı. Ama rakamları ingilizce, fransızca, almanca, italyanca ve romanşça olarak karışık şekilde söylediği için herkes şaşırdı ve kimse eşlik edemedi. Neyseki tabanca bildik bir sesti, patladı ve yarış başladı.

İlk kontrol noktası, 11. km, Sertig Dörfli
Ön sıralarda gayet rahat bir şekilde geldim. Hiç zorlanmadım. Ağrılarımdan dolayı bir haftadır hiç koşmamıştım. Sadece bir gün önce, kendimi kontrol etmek için, geriye doğru Shatzalp'in biraz yukarısına çıkıp inmiştim. Yarış öncesi bunu yapmayı seviyorum. Son bölümleri bilmek bana huzur veriyor. Sertig Dörfli'de biraz su takviyesi yapıp devam ettim.

12. km'den itibaren yükseklik 2000 m üzerine çıkmaya başladı. Bir anda duvara çarpmış gibi oldum. Koşmaya çalışıyordum ama bacaklarım gitmiyordu. Tempom düştü, herkes yanımdan geçmeye başladı. Dert etmedim çünkü bu yarışı gördüğüm insanların sadece yarısı bitirebilecekti. Ben de bitiren yarıda olmak istiyordum. Yavaş da olsa ilerledim. Kısa bir süre sonra kayalık zeminden dik bir tırmanış başladı. Batonlara asılmaya başladım. Ağrı sızı hissetmeden ilerledim.

Uzun süren bir tırmanıştan sonra 2739'daki Sertig kapısına yaklaştım. Yukarıda bir grup seyirci tezahürat yapıyordu. Onlara doğru 200 metre kadar kalmıştı ki sağ kalf ve bacak eklemime hayatımdaki en şiddetli kramp girdi. Yere yığıldım. Sağ kalfime baktığımda delice kasılıp titriyordu. Böyle bir şey hayatımda yaşamadım. Yanımdan geçenler hemen yardım etmek istedi. Ben sorun yok gidebilirsiniz dedim. Üç beş dakika böyle kaldıktan sonra batonlarıma yaslanıp kalkıp kenara oturdum. Kendimi iyi hissedene kadar da kalkmadım.

O ana kadar hedefim bu yarışı 48 saatte bitirmekti. Ama bu acı aklımı başıma getirdi. Hiç 2000 metre üzerinde antrenman yapmamıştım. İki ay önceki 2000'lerdeki Zugspitz Ultratrail maratonunu saymazsak hayatım sahilde 0 rakımda ya da Çekmeköy'de 350 metre rakımda koşarak geçti. 8 aydır hazırlanıyordum. Bir sürü antrenman yaptım, para harcadım, fedakarlıklarda bulundum. Buraya kadar geldim ve 18. km'de giren bir kramp yüzünden bu yarışı bırakamazdım. Aykut Çelikbaş'ın bana dediği sözleri geldi aklıma. Gerekirse 4-5 saat bir yerde uyuyabileceğimi, önemli olanın bu yarışı bitirmem olduğunu söylemişti. Ben de süre hesaplarını bir kenara bırakıp elimden geleni yapıp bu yarışı bitirmeye çalışmaya karar verdim.

Küçük adımlarla tepeye çıktım. Seyircilerin yanından geçerken almanca ya da kendi dillerinde anlamadığım bir şeyler söylediler. Anlamadım ama thank you dedim, çok güldüler. Hala birilerini eğlendirebiliyordum. İnişe geçince yüksekliğin de azalmasıyla oldukça rahatladım. Yarışın uzun olmasından dolayı sakin ve kendi hızımda gitmeye karar verdim. Hala koşabiliyor olduğumu görmek beni rahatlattı.

İkinci kontrol noktası, Kesch, 22. km
Toplam 3 saat 40 dakikada vardım. Buraya yaklaşırken yanımdan geçen Karmen isminde bir bayan koşucu bana nasıl olduğumu sordu. Ben de iyi olduğumu ama yükseklikten dolayı koşamadığımı, genelde deniz kenarında antrenman yaptığımı söyledim. O da üzüldüğünü, kafein ya da salata verebileceğini söyledi. Kafeinim var dedim. Bana salata verdi. Cips, tuzlu kraker, tuzlu fıstık karışımı. Çok teşekkür ettim ve gitti.

Ultramaratonun en sevdiğim yanı, hızlı koşmak zorunda olmadığını bildiği için herkes biraz durup ya da yavaşlayıp birbirine destek olabiliyor. Geçmek ya da geçilmek o kadar da önemli değil. Finish çizgisini geçmek zaten büyük bir başarı.

Üçüncü kontrol noktası Bergün, 34. km.
12 km ve yokuş aşağı, rahat bir parkur ama çok hızlı koşulmuyor. Toplamda beş buçuk saatte vardım.

Bergün'e gelirken, bir ara telefonum çaldı. Açmadım. Sonra tekrar çaldı. Sanırım yurtdışında olduğumu bilmeyen birisi dedim. Zaten sırt çantamın içinde. Durmak istemedim. Sonra tekrar çaldı. Ardından da mesaj geldi. Belki organizasyondan birileri aramış olabilir diye durup çantamı açıp telefonumu çıkardım. O esnada yanıma Anke isminde ve Bakiye Ablaya çok benzettiğim bir abla geldi. Bir sorun olup olmadığını sordu. Her şey yolunda dedim, devam etti. Tolga Güler ve Cem Güler (soyadı benzerliği ;) ) aramış. Ulaşamayınca Tolga mesaj atıp haritadan baktıklarında rotada görünmediğimi, bir kontrol etmemin iyi olacağını yazmış. Sağ olsunlar, var olsunlar. Çok duygulandım. İşaretleri takip ettiğimi, Suunto ile de kontrollü gittiğimi, başka koşucuların da olduğunu, sorun olmadığını yazdım. Anke'yi yakalayıp bir süre beraber koştum. Rotayı iyi biliyordu, geçen sene de koşmuş. Sonra onu youtube üzerindeki bir swiss irontrail tanıtım videosunda gördüğümü söyledim. Hatırlamadı, kontrol edeceğini söyledi.

Dördüncü kontrol noktası Naz, 40. km.
Anke ile beraber vardık. Buraya gelirken bir miktar asfalttan tırmanış vardı. Asfalt dizlerimi ağrıtınca çok hızlı gidemedim. Anke çok iyi tırmanıyordu, bir türlü yetişemiyordum. Tekrar Bakiye Abla geldi aklıma. Yavaş yavaş gelip hep geçerdi bizi.
Naz, bir evin önündeki masalara kurulmuş bir kontrol noktası. Anke gönüllülere geçen sene burada Mammut'un küçük maskot filini düşürdüğünü söyledi. Onlar da evet, burada bakın diyip pencerenin önüne koydukları maskotu gösterdiler. Sevindi ve alıp tekrar çantasına taktı. Kimse alıp götürmemiş. Bir sene sonra düşürdüğü gibi bulabildi. Bu kadar insanlığa alışkın olmayan bünyem tekrar sarsıldı. Buradan da beraber ayrılıp devam ettik.

Beşinci kontrol noktası, Spinas, 50. km.
Hava kararmadan toplamda yaklaşık dokuz buçuk saatte vardım. Kendimi iyi hissediyordum. 2000 metreye çıkıp indim. İniş özellikle biraz dik ve yılan gibi kıvrıla kıvrıla, çarşaklı bir zeminden idi. Düşmemek için çok dikkat ettim. Alışkın olmadığım bir zemin ama yarış uzun olduğu için ve benzer yerlerden defalarca geçeceğim için devam eden kilometrelerde daha rahat olacağımı düşündüm. Burada da fazla oyalanmadan devam ettim.

Altıncı kontrol noktası, Samedan, 55. km. (Birinci dropbag noktası)
İlk dropbag noktası, onbirbuçuk saatten az bir sürede ulaşmışım. İkibinlere bir tırmanış ve iniş sonrasında vardım. Şehrin içinde bir spor salonu. Tren yolunun altından geçtikten sonra varılıyor. Burada biraz tereddüt ettim. Siz etmeyin. Devam edin. Salondan içeri girince küçük çocuklar numaranıza bakıp çantanızı getiriyorlardı. Benim numarama da bakıp aralarında yarışırcasına çantamı getirmek için içeri koştular. Sonra elleri boş geri geldiler ve bulamadıklarını söylediler. Defalarca numaramı okudular. Sonra sorumlu kişi gitti, aradı, bulamadı ve gelip çantamın olmadığını söyledi. Ben de oradadır dedim ve kendim kontrol etmek istediğimi söyledim. Bütün çantalara baktım, ama benimki yoktu. Kafam karıştı. Doğru torbaya bıraktığıma emindim. Yanımda iki kişi daha vardı. Tekrar tekrar baktım, nasıl olabilir diye düşündüm. Sonra oyalanmaya gerek olmadığını düşündüm. Hiç birşeye ihtiyacım yok. Sadece saatimin şarj kablosunu yanıma almadığıma çok üzüldüm. Boşuna taşımayayım, ilk dropbag noktasında alırım demiştim. Hata yapmışım. Neyse, bir sonraki, yani 135. km'deki dropbag noktasında olabileceğini söylediler, bana da öyle geldi, herhalde oraya gitti ikisi de dedim ve bir şeyler atıştırıp oyalanmadan devam etmeye karar verdim.

Yedinci kontrol noktası, Pontresina, 64. km.
Samedan'dan çıktıktan sonra bir km kadar düz ve sert bir zeminde gidip tekrar tırmanmaya başladım. Yüksekliğe biraz alışmaya başlamıştım. 2250 metrelere kadar çok zorlanmadım. Ama sonrasında hem yüksekliğin etkisi hem de zeminden dolayı yine nefes nefese kaldım. Hava karardı. 2650'lere varınca adım adım ilerleme moduma geçtim. İki saat kırk dakikada zirvedeki (2731) kontrol noktasına vardım. Çok kısa durup bir şeyler atıştırıp devam edip inişe geçtim.

Sekizinci kontrol noktası, Station Murtel, 82. km.
İnmeye başladığımda zemin ve gecenin de etkisi ile yavaş gidiyordum. Hemen arkamda Andreas vardı. 100 m kadar ilerideki koşan arkadaşı takip ederken durup arkaya doğru seslendiğini farkettim. Ne dediğini anlamadım ama sanırım işaret görmüyordu. Ben de görmüyordum. hemen Suunto'ma baktım. 150 metre kadar önce keskin bir sağa dönmemiz gerekirken düz devam etmişiz. Andreas'a söyledim ve geri dönüp tekrar rotaya bağlandık. Sanırım yavaş giderken insan daha az dikkat ediyor. Gerçi dönüş de yeteri kadar belirgin değildi. İki km bu şekilde gittikten sonra zemin biraz düzeldi ve sürekli kıvrılan bir patika ile tempomuzu arttırarak indik. Biraz aradaki mesafemiz açıldı. Şehrin içinden geçip (1800 metreler) tekrar tırmanmaya başladım. Anke'yi gördüm. Çok iyi tırmanıyordu. Ona ayak uydurmaya çalıştım. Ama 2200'lere gelince ikimizde yavaşladık. 2700'lerdeki kontrol noktasına vardığımızda epey yorulduğumu hissettim. Saat sabahın dördüne geliyordu. Uykum yoktu ama bir halsizlik vardı. Kontrol noktası aslında bir teleferik istasyonun restoran bölümü idi. Burada biraz dinlendim. Anke biraz durup devam etti. Sonra Andreas da gitti. Ben de kalkıp hazırlanırken içeriye Karmen girdi. Kafa lambasının aküsü (kalem pilli değil, şarj edilebilir kendinden pilli) bitmiş. Bir sonraki istasyonda erkek arkadaşı verecekmiş ama oraya kadar nasıl gideceğini bilemiyordu. Ben de benim lambamın aydınlatmasının geniş olduğunu, aydınlanana kadar beraber gidebileceğimizi söyledim. Bir arkadaşı daha geldi, ileride Anke'yi de yakalayınca dördümüz beraber indik

Dokuzuncu kontrol noktası, Maloja, 96. km.
Güneş aydınlatmaya başlayınca herkes kendi temposuna döndü. Herkes Maloja'da uyuyacağını söylüyordu. Benim uykuya ihtiyacım yoktu, daha 24 saat olmadan uyumak anlamsız gelmişti. Havanın aydınlanması ve zemin de koşmaya elverişli olmasından dolayı tempomu arttırdım. Gölü görmeye başladım. Gölün yakınına geldiğimde şehre girdim. Maloja'ya geldiğimi sandım, kontrol noktası yakınlarda bir yerdedir diye düşünürken şehrin içinden çıkıp asfalttan tırmanmaya başladım. Sonra da patika bir yola girip merkezden uzaklaştım. Kontrol noktasını dışarı almışlar diye düşündüm. Ama bir süre sonra orasının Maloja olmadığını kabullendim. Tekrar gölün kenarına inip sert zeminli bir yola girdim. Dizlerimde ağrı oluşmaya başlayınca tempomu düşürdüm. Maloja uzakta göründü, ama koştukça uzaklaşıyor gibi hissetmeye başladım. Neyse ki sonunda vardım. Gerçekten de birçok koşucu burada uyuyordu. Ben çok durmadan devam ettim. Savognin'den önce uyumam diye düşündüm, hem de çantalarıma kavuşmuş olacaktım :)

Onuncu kontrol noktası, Bivio, 110. km.
1803 m'deki Maloja'dan sonra 2645 m'ye tırmanıp 1769 metredeki Bivio'ya  gidiliyor. Önümde Gabi vardı. Bir süre beraber tırmandık. Ama 2600'lere yaklaştıkça benim tempom yine düştü. Uzaklaştı. Tepeyi aşıp 2000'lere indikten sonra uzun bir süre düz ve araç yollarından gidiyor rota. Bir iki km uzaklar dahi görülebiliyor. Burada giderken bir helikopterin saman balyası olduğunu düşündüğüm büyük balyaları alıp uzaktaki bir tepenin arkasında bir yere bırakmasını izledim. Sanırım bir inek çiftliğine helikopter ile yem taşıyorlardı. Demek ki dağlara nakliye bu şekilde yapılıyor. Stabilize yolu bitirince Bivio'ya varmış oluyorsunuz. Küçük şirin bir yer. Biraz dinlenip yola devam ettim.

Onbirinci kontrol noktası, Alp Flix, 119. km.
Çıkışlar, inişler, taşlar, topraklar. Bildiğiniz gibi işte. 9 km ama 2.5 saatinizi alıyor. Sabır... Bir restoranın önünde kurulu bir kontrol noktasıydı. Kola, peynir falan yedim. Genelde hep tatlı şeyler yiyordum ama artık midem kaldırmadığımdan tuzluya döndüm. Bardağıma da doldurup devam ettim.

Onikinci kontrol noktası, Demat, 128. km.
Yağmur başladı. Hemen yağmurluğumu giydim. Bir süre sonra iç kısmı terden dış kısmı yağmurdan ıslandı. Durduğumda üşümeye başlıyordum. Ayaklarım ve çoraplarım da doğal olarak ıslandı. Bir yerde şimşek çok yakınlara çakmaya başladı. Andreas ile bir kayanın kenarına sığındık ve geçmesini bekledik. 15 dakika böyle geçti. Ardından koşmaya devam edip ayrıldık. Uzun bir iniş ve Demat. Burası küçük bir barakanın içine konmuş bir iki sandalyeden oluşan bir kontrol noktasıydı. Çekirdek aile gelenler ile ilgileniyordu. Savognin'e fazla bir mesafe kalmadığından oyalanmaya da gerek yoktu. Biraz dinlenip devam ettim. Bazen Andreas ile koşuyordum.

Onüçüncü kontrol noktası, Savognin, 135. km. (2. Dropbag Noktası)
Bir önceki kontrol noktası ile arasında 7 km var ama bitmek bilmedi. Belki psikolojik ama sürekli varmak üzere olduğunuzu sanıyorsunuz, bir türlü varamıyorsunuz. Bir süre stabilize yoldan gittikten sonra asfalt zeminden inişe geçiyorsunuz. Epey asfalttan indikten sonra artık varmak üzere olduğunuzu sanıyorsunuz ama bir anda patikaya geçip yol ile şehir arasında paralel olarak sık ağaçlık bir single track patikada gidiyorsunuz. Hemen solda evleri görüyorsunuz ama yol bir türlü aşağıya dönmeyip düz devam ediyor. Yalnız giderken arkamdan birisinin geldiğini görünce nasıl olsa az kaldı, geçmesin diyerek koşmaya başladım. Yarım saatten fazla böyle gittikten sonra arkamdaki ile beraber gitmeye başladım. Fransız. UTMB'ye katılmamış ama defalarca arkadaşları ile o parkurda koşmuş. Ülkemizdeki yarışları anlattım. Patika bitti, ama hala varamadık. Bir süre daha stabilize yoldan gittik ve sonunda şehre girip Savognin'e ulaştık. Biraz sonra da Andreas geldi, uyumaya gitti.

Hava kararmak üzereydi. Tabi ki büyük bir huzur ve sevinç ile numaramı gösterip çantamı istedim. Aradılar, aradılar, aradılar... Bulamadılar. Hafiften gerilmeye başladım. Geçip bütün çantaların üzerindeki numaralara baktım. Benim çantam yoktu. İade edilenlere de baktım. Ama benim çantam yoktu. Genç bir bayan gönüllü arkadaş ilgileniyordu. Kendisine çok yorgun olduğumu, üşüdüğümü, Samedanda da çantamı bulamadıklarını, şimdi ise o çantaya çok ihtiyacım olduğunu söyledim. Çaresiz bir şekilde tekrar çantamın olmadığını söyledi. Organizasyondan bir yetkiliye giderek durumu anlatmaya gitti. Ben ıslak elbiseler ile soğuktan iyice üşümeye başladım. Salona geçerek bir köşeye oturdum. Kalabalıktı. Canım ne bir şey yemek ne de içmek istiyordu. Ayakkabılarımı ve çoraplarımı, yağmurluğumu çıkardım. Gönüllü arkadaş geri geldi. Çantamın Davos'ta olduğunu bile teyit edemiyorlardı. Araba ile oradan göndermelerini istedim ama onu da yapamayacaklarını söyledi. Zaten gelmesi bir saatten fazla sürer. O, ihtiyacım olan şeyleri söylersem tedarik etmeye çalışayım dedi. Ben, kuru kıyafetlerim vardı dedim. O, bir tane gönüllü tişörtü verdi. Ben, çok yardımseversiniz dedim. Pamuklu bir tişört ile koşarsam hipotermiye girip gece karanlığında dağlarda ölebileceğimi söyledim. Sorumluluğu bana ait olmak üzere koşan arkadaşlarımdan isteyebilirsiniz dedi. Üzerimdeki kıyafetleri kurutabilir miyim dedim? Gitti ve saç kurutma makinesi buldu. Tişörtümde biriken 35 saatlik teri ve kokusunu saç kurutma makinesi ile ortama saldım. Ama bir türlü kurumuyordu. Sonra gönüllü arkadaş gelip kurutma makinesi bulduğunu, sorumlusu ile görüşüp kıyafetlerimi 30 dakikada kurutabileceğini söyledi. Tamam dedim, üstümdekileri çıkartıp verdim, Taytımı çıkarmadım. Çünkü göllü taytı yoktu.

30 dakika gönüllü tişörtümle gönüllü gibi oturup bekledim. Kıyafetlerini değiştirenleri, dinlenen, sohbet eden, bir şeyler yiyenleri gördükçe kendimi çok sefil hissettim. Aykut'un söyledikleri tekrar aklıma geldi. Önemli olan bitirmemdi, gerekirse ilerde birkaç saat uyuyabilirdim. Çok boktan bir durumda olabilirim ama önemli olan bu durumdan nasıl kurtulup yeniden yarışa dönebilirim ve bu yarışı tamamlayabilirim. Buna konsantre olmaya karar verdim. Uyku bölümünde birileri camları açtığı için buz gibi bir yerde uyumam mümkün değildi. Kıyafetlerim geldi, giyindim. Ayaklarıma çantamda küçük kilitli poşete biraz aldığım ayak kremimi sürdüm. Üzerine ıslak çoraplarımı ve ıslak ayakkabılarımı giydim. Biraz makarna yedim, enerji içeceğinden içtim ve yola çıktım. Hiçbir şey yapamadan boşu boşuna bir buçuk saat oyalanmışım.

Buraya gelir gelmez gps trackerımın pilini de değiştirdiler. Ve gps trackerım bir daha hiç çalışmadı. Sürelerimi Andreas'ın sürelerinden kaydettiler.

Ondördüncü kontrol noktası, Tiefencastel, 146. km.
Savognin'den çıktıktan sonra ısınmak için tempolu koşmaya çalıştım. Zaten yarışın kalanının tamamında buna çalıştım. Biraz ilerledikten sonra T121 yarışçılarından birisine yetiştim. Hava karanlık ve single track olduğundan peşinden giderek kendimi çok yormadan ilerlemeye karar verdim. Sonra bir anda dünyam değişti. Artık baktığım her yerde üç boyutlu bir şeyler görmeye başladım. Yerdeki su birikintileri bir at oluyor, ağaç dalları kuş... Etrafım uçuşan nesneler ile dolmaya başladı. Mesafe algım kayboldu. Önümdeki arkadaş ile yan yana gelince sohbet etmeye başladık. İlk defa 121 km'lik uzun bir yarışta koşuyormuş. Benim 200 km'lik parkurda koştuğumu duyunca respect dedi. Kaç saattir koştuğumu sordu. Ben uzun bir süre saatleri rakamları söyledim durdum ama bir türlü hesaplayamıyordum. Beyin terk. Durumumu açıkladım. Kendimi pek iyi hissetmediğimi, Tiefencastel'a varınca biraz uyuyacağımı söyledim. O hızlı gidemediği için benim önden gitmemi istedi. Dar ve çukurlarla dolu bir patikadan aşağıya iniyorduk. Bir yol geçişine geldik. Asfaltın üzerinden geçip yolun karşısındaki patikadan aşağıya devam edicez. Yolun kenarına gelince ayağımı bariyerin üzerine doğru kaldırmaya çalıştım. Ama o bir bariyer değilmiş, sadece beyaz kenar şeridi çizgisiymiş. Çaktırmadan devam ettim. Artık sadece önümdeki iki üç metreye konsantre olmaya çalışıyordum. Halüsinasyon ne demek onu da öğrenmiş oldum.

Üç saat yirmi dakikada Tiefencastel'a vardık. Gece karanlığında çok güzel bir görüntüsü vardı. İçeri girince uyuyabileceğim bir yer olup olmadığını sordum. Restoran bölümündeki koltukları gösterdiler. Hemen uzandım. Uyumuşum ama 20 dakika sonra titreyerek uyandım. Islak ıslak ancak bu kadar uyunuyormuş. Kalkıp bir şeyler atıştırdım. Tam kapıdan çıkarken Andreas içeri girdi. Asker arkadaşımı görmüş gibi sevindim. Gece bölümünü beraber koşalım dedim, tamam dedi. Yarışın kalanını birlikte koştuk.

Şimdi bakınca demek ki 40 saat uykusuz kalabilmişim. Bir daha bu kadar uzun koşarsam, 35-36 saat sonra 30 dakikalık bir uyku planlaması yaparak koşmamda fayda olacağını düşünüyorum. Sonrasında da her 10 saatte bir 30 dakika iyi olur.

Onbeşinci kontrol noktası, Lenzerheide, 160. km.
14 km'lik 1600 metrelere kadar çıkılan bir rota. Karanlıkta tempolu bir şekilde gittik. Yaklaştıkça uykusuzluk tekrar etkisini göstermeye başladı. Kramp haplarım kafeinli ama bitmesin diye çok içmemeye çalışıyordum. İçince bir süre idare ediyordu. Andreas ayağına masaj yaptıracağını, uyumak için iyi bir yer olduğunu söyledi. Vardığımızda ben 30 dakika uyudum. O da masajını yaptırdı ve ikimiz de güçlü bir şekilde yeniden koşmaya başladık.

Onaltıncı kontrol noktası, Hörnlihütte, 170. km,


1500'lerden 2500'lere doğru Andreas ile tırmanmaya başladık. Oldukça zorlu bir çıkış oldu. Tepeye yaklaşırken bulutların üzerine çıkmıştık. Hava aydınlanmaya başladı. Havanın aydınlanması enerji verdi. Kendime geldim resmen. Koşu arkadaşlarımı düşündüm. Çünkü birçoğu şu saatlerde Aladağlar Skyrunning'de yarışmaya başlamıştı. Kısa bir video çekip onlara selam göndermek istedim. O an çok yoğundu. Videonun sonlarına doğru boğazım düğümlendi. Sanırım fazla Enervit içmekten ;)


Bu kontrol noktası bir teleferik istasyonunun bodrum katındaki bir odada. İçeride kalorifer yanıyordu. Yaşlı bir çift bizim ihtiyaçlarımız ile ilgileniyordu. Yarım saat uyumaya karar verdik. Çantamı ve bir iki kıyafetimi kaloriferin önüne koydum. Yerdeki matlara yatıp uyuduk. 25 dakika sonra birden fırladım. Arkadaşımın nerede olduğunu sordum. Gülmeye başladılar. Tuvalete gittiğini, henüz 30 dakika olmadığını söylediler. Olsun dedim, kalkıp bir şeyler atıştırdım. Birkaç foto çektim etraftan. Sonra çıktık ve devam ettik.


Onyedinci kontrol noktası, Arosa, 181. km,
Hörnlihütte'den çıkınca bir tepeye daha tırmandık. İlk defa yamaçlarda kar gördüm. Büyük bir restorana benzer bir yerin yanından geçip inmeye başladık. Bir süre single track bir yoldan gittikten sonra iniş koşulabilir bir yoldan devam etti. Arosa güzel bir kasaba. Neden yarışı burada organize etmemişler diye düşündürdü. Daha modern, daha renkli, insani açıdan daha sıcak, halk da daha ilgili. Kontrol noktasında da çok ilgilendiler. Çanta problemimden bahsedip kendimi acındırınca daha da bi ilgilendiler. Keşke daha öncekilerde de böyle yapsaydım. Buraya geldiğimde gps trackerımın bozuk olduğunu, kiminle koşuyorsam onun sürelerinden benimkileri kaydedebileceklerini söylediler. Böylece Savognin'den sonraki sürelerimi Andreas'tan kopyaladılar. Gökhan Akpınar mesaj atarak sistemde görünmediğimi, ne durumda olduğumu sordu. Ben de iyi durumda olduğumu ve Andreas'ın numarasından takip edebileceklerini, 20 km kaldığını ama 6 saate anca bitirebileceğimi yazdım.

Onsekizinci kontrol noktası, Jatz, 192. km,
Arosa'dan çıkarken 23 km yolumuzun kaldığını söyleyip 5-6 saatte varabileceğimizi söyledim. Ama Andreas en az 8 saat sürebileceğini, Strelapass'ın dimdik bir çıkış olduğunu söyledi. Moralim altüst oldu. Kendimi çok kötü hissettim. Hızım düştü. Andreas önden gitmeye başladı ve bir ara durup bana küstün mü diye sordu. Ben de kendime geldim. Hayır dedim, sadece düşünüyorum dedim. Bana süreyi unut dedi, sadece bitireceğiz dedi. Sonra enerjimi yükseltmeye karar verdim. Pozitif şeyler düşünmeye başladım. Çok iyi geldi. Hızlandım, arkadaşıma da enerji vermeye çalıştım. Güzel gitmeye başladık. Ve Jatz'a ulaştık.
Barakadan basit bir yerdi. Kapısı yoktu. İçerde yerde yatan bir koşucu vardı. Üzeri örtülü idi ama ayakkabıları ve çantasından tanıdım. Karmen. Çok taktir ettim, iyi gelmiş buraya kadar. 15 dakika power nap yapmak istemiş. Biz mataralarımızı doldurup ufak tefek bir şeyler atıştırıp devam ettik.

Finish, Davos 200. km,
Jatz'dan sonra kısa bir süre hafif tırmandık ve Andreas'ın dediği tırmanışı karşımda duvar gibi gördüm. 1 km uzakta olmasına rağmen bütün heybetiyle karşımda duruyordu. Tırmananları görüyordum. Zikzak çiziyorlardı. Karşıdan da inen yürüyüşçüleri görüyordum. Yamaca geldik. Dereyi geçtik. Çarşaklı zeminden tırmanmaya başladık. Arkadaşımın ayağındaki problem ve yorgunluk, onun yavaş çıkmasına sebep oluyordu. İki buçuk gündür aynı kıyafetler ile koşuyordum ve fena halde ıslak oldukları için yavaşlayınca üşümeye başlıyordum. Sürekli hareket etmem gerekiyordu. Arkadaşımı da teşvik ederek sorunsuz bir şekilde Strella'ya tırmandık. Tepedeki kulübeyi görünce bitirmek üzere olduğumuzu iyice hissettim. İnişe geçtik. Daha önce buraya kadar çıktığım için son beş km'yi iyi biliyordum. Bir-iki km yağmurdan açılmış kanal gibi toprak yollardan inip, geniş bir patikaya geldik. Otelin yukarısındaki restoranın yanından geçip 500 metre asfalttan koştuk. Shatzalp Otelinin yanından patikaya indik. Hergün onlarca yürüyüşçünün kullandığı patikadan aşağıya iki km kadar indik. Davos'un sembolü sayılabilecek büyük kilisenin yanına ulaştık. Bu yoldan da dümdüz inince asfalta ulaşıp finishe geldik.
Daha önce bu yarışın onun rüyası olduğunu söylemişti. Kilisenin yanından geçerken ona önden gitmesini, finishte fotoğraf çekeceklerini, tek başına bu duyguyu yaşamasını söyledim. İtiraz etti ama ısrar ettim. Çok teşekkür etti. Yolun sonunda eşi göründü, selamlaştık. Oraya ulaşınca ben durup yürümeye başladım. Onun geçtiğini gördükten sonra da ben koşarak finishten geçtim. Beraber fotoğraf çekildik. Kucaklaştık. Zor bir ultramaratonu beraber bitirdik. O anda sevincimi paylaşabileceğim bir arkadaşımın olması iyi geldi.


Finisher tişörtümü, alkolsüz bira ve hotdogumu alıp bir kenara çekildim. Yedim ve çantalarıma kavuşabilmek umuduyla spor salonuna gittim. Titremeye başladığımdan koşmak zorunda kaldım. Yarış bitmişti ben hala koşuyordum. Spor salonuna geldiğimde çantaların olduğu yerde kimse yoktu ama çantalarımın üçü de oradaydı. Alıp duş ve masaja gittim. Titremem ne duşta ne de masajda geçmedi. Bir süre orada yattım. Sonra kalkıp pizza yemeye gittim. Basit bir pizza söyledim, 18 frank. Boğazım kötü olduğundan hepsini yiyemedim. Keşke o kadar para vermeseydim diye düşündüm. Bir çorba daha iyi olurmuş. Ama gurbet ellerde nerede bulabilirsin ki Taner ağabeyin mercimek çorbasını.

58 saat 32 dakikada 200 km ve 11.440 metre toplam tırmanışlı bu yarışı da bitirmeyi başarmış oldum. Erkeklerde 163 kişi başlamış. 81 kişi bitirebilmiş. Ben 64. olmuşum. İleride koşacaklar için 53-54 saatlik bir hedefleri olursa rahatlıkla bitirebileceklerini düşünüyorum. Tabii dropbag problemi yaşamazlarsa.

Organizasyonun eksikleri var. O kadar popüler bir yarış olmamış henüz ama katılımcı sayısı da hiç fena değil. Gönüllüler mükemmel. Doğa harika. Basit bir yarış değil. Kendinizi iyi tanıyorsanız sorun yaşamazsınız. Beklentileriniz çok yüksek değilse, sadece 200 km'lik bir yarışta koşmak istiyorsanız tavsiye ederim.

Bunun dışında yazacak çok şey var ama uzun bir yazı oldu. Sormak istediğiniz soruları dincerkose@gmail.com adresimden gönderebilirsiniz.