1.
Bölüm: Bu
maceraya nasıl başladım?
8 ay kadar önceydi. Çoğunlukla
masa başında oturarak çalıştığım için sandalyeme oturup kalkarken eklemlerimden
çatır çutur sesler gelmeye başlamıştı. Spor olarak sadece bisiklete biniyor ve
hafta sonları turlara katılıyordum.
2013 Eylül ayının ilk günlerinde,
Facebook’ta,
Macera Akademisinin 5 km’lik
Bata Çıka Mudrace isimli 22.09.2013
tarihli, çamur yarışları aktivitesini gördüm. Eğlenceli geldi. Bir de koşmayı
denemek istedim. Antrenmanlara başladım ve gördüm ki Yoğurtçu Parkında 3 km
kadar koşabiliyordum. Yarış 5 km olduğu için bu uzun! yarışa daha çok çalışmam
gerektiğini düşünerek haftada 3 gün koşmaya çalıştım. Yarış günü yokuşlarda
yürüyerek, çamurlarda yüzerek ve sürünerek, engelleri aşarak koştum ve çok
eğlendim. Oğlumu da minikler kategorisine yazdırmıştım. O da koştuktan sonra
denize girerek kutladık.
Hemen ardından, yine
Macera Akademisinin düzenlendiği Belgrad Ormanındaki 4, 14 ve 28 km’lik
Geyik Koşularını inceleyerek 6 Ekim 2013 tarihindeki 14 km’lik parkura kaydımı
yaptırdım. Oğlumu da bambi koşularına
J
Arada çok kısa bir süre vardı. Mesafeleri arttırarak haftada 3-4 kere koşmaya
çalıştım. Bir kere 8 km bir kere de 12 km koşabilmiştim bu sürede. Yarış günü
çok heyecanlı idim. Sadece işaretleri takip ederek koşacağımı ve iki noktada da
su içebileceğimi biliyordum. Yarış başladı. İlk defa ormanda koşuyordum. Parkur
o kadar güzeldi ki, etraftaki ağaçları ve doğanın güzelliğini seyretmeye
doyamadım. Sanırım orada patika koşularına sevdalandım. Parkuru doksan dakikada
bitirdiğimde çok mutluydum.
Bir şey fark ettim ki hedefim
olmadan antrenman da yapmıyordum. Kendime iyi bir hedef bulmam gerektiğini
düşündüm. Doğada olmayı, tabiatı hissedebilmeyi, patika koşularını çok sevdiğimden
yine Macera Akademisinin düzenlediği 130 km’lik
İznik Ultra Maratonuna
kaydoldum. Mesafe uzun. Süre yeterince var. 42 km’lik ve 80 km’lik etapları da
vardı ama bunları seçmek aklımın ucundan bile geçmedi. Direk 130 km’yi seçtim.
Bol bol koşarak hazırlanabileceğimi, tarihi geldiğinde de çıkıp işaretli
parkurda dümdüz yavaş yavaş koşarak tamamlayabileceğimi düşündüm. Tek ihtiyacım
olanın iyi bir antrenman programı ve birkaç ekipman olduğunu sanıyordum. Bu
konularda danışacak birilerini araştırmaya başladım.
Ultra maratonlar ile ilgili kitap
araştırmaya başladım. Bulabildiğim tek kitap, Bakiye Duran’ın
Cesaret Yalnızdır
isimli kitabı oldu. Bu kitabı tek seferde okuyup bitirdim. O kadar heyecanım
arttı ki… Bu işin benim de ruhumda olduğunu düşündüm. Kendisi ile tanışmayı çok
istedim. Kendisini hiç tanımadığım için mesaj atıp ulaşmaya çalışmaktan
çekindim. Sürekli onun yurt dışındaki ultralarda yaşadığı maceraları
düşünüyordum. Bir sabah koşarken, fotoğrafına çok benzeyen birine Bakiye Hanım
diye seslendim, değilmiş
J
Kendisini daha sonraki yarışlarda gördüm ve tanıştım. Her gördüğümde de bir şeyler
sorup öğrenmeye çalıştım. Bana her seferinde “acelen ne, yavaş koş, ufak
adımlarla git” dedi.
Eşim (Aslı) da
Runtalya maratonuna katılmak istediğini, bir arkadaşının spor hocası olup aynı zamanda
Türkiye’nin ilk bayan Ironman’i olduğunu, görüşürsek bize program yazarak
çalıştırabileceğini söyledi. Böylece Bahar Saygılı ile tanıştım. Derdimi
anlattım. Zor bir iş olduğunu, dayanıklılık antrenmanları yaparsam
koşabileceğimi, amacım sadece bitirmek ise bunun mümkün olabileceğini söyledi.
Bu sürecin zorluklarından bahsetti.
Ben çok kararlı olduğumu, her
türlü zorluğa katlanabileceğimi, ne gerekiyorsa yapacağımı, onun sözünden
çıkmayacağımı söyledim.
2.
Bölüm:
İznik Ultra Antrenmanlarına Başlıyorum
Bahar hoca ile İznik için ilk
antrenmanımı 11.11.2013 tarihinde yapmışım. Bir sürü yeni şey öğreniyordum.
Koşu formu, koşu tekniği, ayak basış şekli, kalp ritmi bölgeleri, arttırma,
ısınma-soğuma, esnetme, günlük beslenme, yarışta beslenme, yokuşta koşu
teknikleri, çantayla koşma, su içme… Her antrenman ayrı bir tecrübe oldu.
Haftada 4-5 bazen 6 gün koşuyordum. Koştukça da açılıyordum. Bu dönemlerde de
bulduğum bütün yarışlara da giriyordum. Bahar hoca bunların hiç birinde hızlı
gitmememi, asıl yarışımın bunlar olmadığını ve bunlara hazırlanmadığımı, sadece
antrenman olarak katıldığımı söyledi.
Bu yarışlarda birçok yeni arkadaş
edindim. Koşan insanların ne kadar alçak gönüllü, yardımsever, neşeli ve
pozitif insanlar olduğunu gördüm. Daha önce hiç tanışmadığım kişiler ile sanki
kırk yıllık arkadaşımmış gibi sohbet edebiliyordum.
İnternet üzerinden
Aykut Çelikbaş’ı
tanıdım. Ultralar hakkında çok soru sordum, bıkmadan usanmadan cevaplayarak
beni hiç kırmadı. Türkiye’deki bu işin öncülerindendir. Çanta seçimi, ayakkabı
seçimi, saatler, yarışların özellikleri vb. konularda her zaman geniş bilgi
vererek yardımcı oldu. Ultra maratonun gelişmesi için katkıları çok büyük olup
daha sonraki yarışlarda da kendisini örnek bir sporcu olarak tanıdım.
26 Ocak 2014 tarihinde 28 km’lik
Geyik Koşusuna katıldım. Biraz hızlı gittiğimden son 3 km’de biraz yürüyüp
biraz koşarak tamamlayabildiğim. Ama artık patikada nasıl koşulacağını
öğrenmiştim.
16 Şubat 2014’te Aydos Patika
koşularının 2. ayağına katıldım. Parkur değişti. 10K oldu.
İlk zamanlar bu yarışlarda
sıralamanın ortalarında kalıyordum. Daha sonra ne kadar hızlı gidebildiğimi
fark ettim J
Biraz basmaya başladım. Derken 2 Mart 2014 tarihinde Runtalya maratonu geldi. İlk
maratonumu 3 saat 48 dakikada koştum. Çok güzel bir organizyason.
9 Mart 2014’te Aydos Patika koşusunun
3. ayağına da antrenman olsun diye katıldım, 10K koştum. Yarışım yaklaşıyordu.
Runtalyadan sonra asıl yarışıma
bir buçuk ay kalmış oldu. Runtalya’da fazla yüklendiğim için önce sol ayağımda,
kısa bir süre sonra da sol dizimde ciddi bir ağrı başladı. Koşarken geçiyordu
ama sonrasında epey canımı yakıyordu.
16 Mart 2014’te geyik koşularında
28K’ya kayıtlı idim. Ama Bahar hoca koşmamam gerektiğini söyledi. İçim yana
yana koşmayıp seyrettim.
22 Mart 2014 gecesi ise Çekmeköy
Ormanlarında 22:00’da başlayan 45 km gece koşusuna katıldım. İlk gece koşusu olacağı
için katılmayı çok istedim. Çok da faydalı bir deneyim oldu. Daha önce Geyik
Koşularında tesadüfen tanıştığım Burak Kılıç ile koşarken tekrar karşılaştım.
Aynı tempoda koştuğumuz için, sanırım 15. Km’den sonrasını, beraber koşarak
tamamladık. Elit atletlerin hemen ardından gelmiştik. Gece ormanda koşmak çok
hoşuma gitti. Yarış esnasında hiçbir şey fark etmiyordum ama dizimi yine
zorlamıştım.
Çekmeköy’de 20. Km’den sonraki
stabilize taşlı zemin yaklaşık 2 km kadar sürüyor. Bu bölümden geçerken sol
ayağımdaki şikayetim daha da arttı. Bu yarıştan sonraki antrenmanlarıma Bahar
hoca hemen müdahale etti ve azalttı. Önce ayağım için bir doktora gittim, mr
çekildi, sonuç sol ayak tarağımda morton nöroma var imiş. Uzun yıllar önce
ayağımı bir yere çarpmıştım. Şimdi yüklenince orada sorun ortaya çıktı.
Tabanlık yaptırırsam yarışa kadar idare edebilirim dedim. Ayağım azaldı, dizim
arttı. Bu durumu çok dillendirip koşu antrenmanlarımı aksatmak istemedim.
Bahar Hocamın tavsiyesi ile spor
ortopedisti Prof. Dr. Mustafa KARAHAN’a gittim. Teşhisi hemen koydu ve
dinlenirsem bütün şikayetlerimin geçeceğini söyledi. Nedense ben kendimi
ameliyat vb. bir duruma şartlandırmıştım. Doktora gidersin, bakar ve menisküs
var ameliyat edicez der diye düşündüm… Bu da takıntılı bir şekilde
hazırlandığım yarışa katılamamak demek olacaktı. Oysa Mustafa Bey bana sadece
dinlendirmemi, esnetme yapmamı, kalan 10 günde bisiklet ve yüzme yaparak
kondisyonumu kaybetmememi, yarışabileceğimi ama sonrasında uzun bir süre
dinlendirmemi tavsiye etti.
Bahar hoca hemen bisiklet
programı yazdı. Yeni bir şeyler daha öğrendim. Küçük ayna, büyük ayna, devir,
nabız yükseltme…
Yarış yaklaşınca yeme-içme, su,
hız, nabız vb. taktikleri konuştuk.
Kalan sürede su gibi geçti gitti
ve yarış günü geldi. Ne dizimde ne de ayağımda bir ağrı kalmamıştı. Son günler
heyecandan biraz asabileştiğimi fark ettim. Sakinleşme çalışıyordum ama çok
heyecanlıydım.
Burak ile konuştuk, yarışı
beraber koşabileceğimizi, ulaşım konaklama vb. organizasyonları kararlaştırdık. Bir excel tablosunda istasyonlara hedefleyeceğimiz varış süremizi hesapladım. Burak, 19 saatlik toplam hedefin bizim için iddialı olabileceğini, 80 km'den sonra koşmanın zor olduğunu, bu tabloyu hedef alsak da 20:00 saatin daha makul olduğunu söyledi.
Cuma öğlen ben, Burak, Burak’ın
arkadaşı Başak (42K), Başak’ın arkadaşı Kaan (10K) ile beraber güle-eğlene
İznik’e gittik. O kadar neşelilerdi ki bende stres falan kalmamıştı. Belediye
kayıkhanesinde çadırlarımızı kurduk. Çarşıda gezip Köfteci Yusuf’ta köfteleri
götürdük. Çadıra dönüp saat 22:00’a kadar uyuduk. Sonra kalkıp hazırlanıp
başlangıç noktasına gittik.
3.
Bölüm:
Yarış Başlıyor
Üçüncüsü düzenlenen İznik Ultra
Maratonunda bu yıl Türklerden başka İngiltere, Fransa, Çin, Güney Afrika,
Singapur, Japon, Almanya, Avustralya ve Yeni Zellanda’dan koşucular vardı. Gece
00:00’da 50 kişi koşuya başladık. 11 ara istasyon noktası vardı. Bu noktalarda
su, kraker, bisküvi, muz, portakal vb. gıda takviyeleri mevcut olup aynı
zamanda varış zamanları kaydediliyor.
İlk 50-60 km karanlıkta dağları
aşma şeklinde geçti. Gece koşmanın tek kötü yanı manzarayı görememek oluyor.
Sabah olup gün ağardığında rotanın zor kesimlerini geçmiş olmak büyük avantaj
oldu. Tempomuz hızlı değildi ama yavaş da değildi. Ben jel, nugalı bar çikolata
yiyerek ve kramp hapı içerek rahat bir şekilde geldim. Ama 9 saattir jel
yemekten cırcır olmuştum. Yolda bir yere çömmek yerine 75K Örnekköy kontrol
noktasına kadar dayanmayı tercih ettim.
75K kontrol noktası aynı zamanda
çanta bırakma noktası idi. Yarışın başında verdiğimiz yedek kıyafet, ayakkabı
vb. ihtiyaçlarımız için bir torba, bu kontrol noktasına araba ile gönderiliyor.
Ulaştığımızda çantamızdaki yedekler ile üstümüzü değiştirebiliyor, gerekiyorsa
ayakkabımızı değiştirebiliyoruz.
Bu noktada Burak ayakkabısından
rahatsız olduğu için değiştirdi. Ben bir süre tuvalette kaldım. Çıkınca ben de
daha yumuşak bir ayakkabı ile devam etmek ve etmemek arasında karar veremedim
ve bu noktaya kadar beni getiren, dün öğlen İznik’e gelirken satın aldığım
Salomon Speedcross 3’lerim ile devam etme kararı aldım. Bir şeyler atıştırdım
ve yola çıktık. Bu istasyonda 40 dakika geçirmişiz. Bana 10 dakika gibi geldi
ve inanamadım… Resmen gitmek bilmemişiz…
Bu kadar durunca yeniden koşmak
zor oldu. Biraz yürüyüp biraz koşmaya başladık. Koşarken durmak istemiyordum
çünkü kaslara biriken laktik asit ayaklarımı hareket ettirmemi engelliyor ve
müthiş bir acı veriyordu. Yerdeki en ufak taşın bile üzerinden atlamak
istemiyordum. Hele zeytin bahçelerindeki traktör tekerlerinin açtığı
rollercoaster tarzı yollar tam bir işkence halini almaya başlamıştı.
Nefes veya kondisyon olarak bir
problemim olmadı ama bacaklarımdaki acı bana hızlı nefes alıp verdirmeye
başlamıştı. Bu şekilde 95K’daki Ilıca kontrol noktasına vardık. Ilıca bir
termal kaplıca olup açık havuza girenler vardı. Havasından mıdır, uzun bir
aradan sonra bulduğumuz sandviçlerden midir nedir bize çok iyi geldi bu
istasyon. Yenilendiğimizi hissettik. Tekrar koşabilmeye başladık.
103K’daki Boyalıca istasyonuna
doğru biraz koştuk biraz yürüdük. Sanırım çoğunlukla yürüdüğümüz için çok uzun
sürdü bu ara…
120K’daki Dikilitaş istasyonuna
17 km vardı. Çok uzun geldi. İlk önce yürümeyi denedik ama yürümekle bitmiyordu
bir türlü bu acılar… Koşunca moralimiz düzeliyordu. O yüzden koşabildiğimiz
kadar koşalım dedik. Bu arayı 3 saatte alabilmişiz. Dikilitaş istasyonuna
yaklaşırken ilerde beyaz bir şeyler gördük. Burak, burasının istasyon olduğunu
söyledi. Ben mümkün olamayacağını, daha yirmi dakikalık yolumuz olduğunu
söyledim. Yaklaştıkça jandarmanın arabasını da gördük. Ben hala inanamıyordum.
İyice yaklaşınca istasyondakiler moral için alkışlamaya başladılar. Alkışı
duyunca inanabildim, koşabilmişiz ve erken gelmişiz. Bu alkışı duyduğumdaki
enerji yüklemesini nasıl tarif edebileceğimi bilemiyorum. Damarlarımdaki kan sanki
tekrar akmaya başladı, ayaklarım açıldı, hızlandım… İstasyon dikilitaşın
oturduğu zeminde olduğundan birkaç basamak inmek, su-kola vb. içip tekrar
merdivenden çıkmak gerekiyor! Ama çok sorun olmadı ve istasyondakilerin az
kaldı, bitirdiniz, çok iyi görünüyorsunuz şeklindeki motivasyonları ile tekrar
koşmaya başladık.
Artık bitiş çizgisine doğru kalan
11 km’yi koşuyorduk. Kaval kemiklerimdeki acıların tarifi imkansız... Artık
nefes alış verişim acıdan iyice hızlanmıştı. Kendimi sabahları antrenman
yaptığım Caddebostan sahilinde gibi hayal etmeye çalıştım. Orayı koşuyormuşum
gibi düşünerek bir yanımın deniz, bir yanımın yeşil alan olduğunu, denizdeki
dalgaları ve martı seslerini, kayalıklardaki kedileri ve köpekleri düşünmeye
çalıştım. O anda hayal kurabilmenin ne kadar kolay olduğunu fark ettim.
Ayaklarımı düşünmemek için başka şeylere konsantre olmak güzel oldu.
Burak’ın bu kısımdaki performansı
benden çok daha iyi idi. Koşup gidebilecek enerjisi vardı, ama benim
ayaklarımda öyle bir imkan ve ihtimal yoktu. Genelde o önden gidip tempo
tutuyor, ben de ona uyum sağlıyordum. Ama artık enerjim kalmamıştı. Ondan
yanımda koşmasını rica ettim, kırmadı ve yavaşladı. Şehre tam yaklaştığımızı
düşünürken yol birden tekrar sola zeytin bahçelerine döndü. İşaretlere göre doğru
gidiyorduk ama son kısımda neden tekrar yukarılara doğru gittiğimizi
anlayamadım. Sanırım kabullenmek istemedim… Bir an önce ana yolu geçip sahilden
merkeze ulaşmak istiyordum.
Hava kararmıştı. Sarı
yeleklerimizi giyip kafa lambalarımızı taktık. Bir süre daha zeytin
bahçelerinde dolaştıktan sonra ana yolu geçip şehir merkezine yaklaşmaya
başladık. Trafik polisi yolu keserek bizim durmadan ve sorunsuz bir şekilde
karşıya geçmemizi sağladı ve bizi kale içine yönlendirdi. Kale içinden geçip
sahile doğru geldik ve sahilden merkeze doğru koşmaya başladık. Bitiş çizgisine
yaklaşık 1 km kalmıştı. Hızlanabildiğimi görüp halime şaşırdım. Halan koşacak
enerjim varmış. Peki nasıl oluyor da iki üç saat önce koşamıyordum… O noktada
ilk aklıma gelen şey moral oldu. Moraliniz iyi ise daha güçlü olabiliyorsunuz.
Demek koşarken çektiğim acıları düşünmek yerine moralimi yükseltseydim daha
rahat edebilirdim.
Son sokağı da dönüp yukarıya
doğru bitiş çizgisini gördük. Yaklaşırken sağlı sollu yolda yürüyenler
alkışlıyorlardı. Çok mutluydum, bitiriyorduk. Son çizgiyi Burak ile beraber kol
kola geçtik. İznik çinisi madalyalarımızı boyunlarımıza taktılar. 130 km’yi toplam
20 saat 50 dakikada tamamladık.
Sonunda bitmişti ama insan
bittiğini bile hemen idrak edemiyormuş… Kenara çekilip tansiyonumun normale
dönmesi için bir yere yaslandım. Esnetme yapmamı söylediler, denedim ama hareket
etmem mümkün değil ki… Sonra Aslı’yı aradım. Konuşmaya çalışıyordum ama sinirlerim
öyle bir boşaldı ki kelimelerimi toparlayamadım…
Biraz daha toparlandıktan sonra Bahar
Hocamı aradım. Yaşadıklarımı anlattım. Bitirdiğime çok sevindi. Çok emeği var
üzerimde. O olmasaydı muhtemelen ben daha antrenmanlarımda kendimi sakatlayıp
bu yarışa da hiç giremeyecektim.
4.
Bölüm:
Yarış Sonrası
Biraz kendimize geldik ve Köfteci
Yusuf’ta protein depolarımızı doldurup çadırlara gidip yatalım dedik.
Siparişleri verdik. Jel mağduru olarak ben yine önce tuvalete gittim. 10 metre
uzağımdaki yere uzun bir sürede vardım. Hem yürümesi, hem oturması hem de
kalkması ayrı bir işkence oldu. Ama değdi J
Köfte ve kaymaklı ekmek kadayıfı
ile çay faslından sonra çadırlarımıza döndük. Saat 23:00 civarıydı sanırım.
Sabah 07:00’de uyandım. Sürünerek çadırdan çıktım. Bacaklarımın açılması için
sahilden yürümeye çalışarak merkeze doğru gittim. Ufuk ile karşılaştım. O da
benim gibi yarım saattir uğraştığını ancak bu kadar açabildiğini söyledi. O da
kendi macerasını anlattı. Merkeze gidip kahvaltı yaptım. Sokakları dolaşmaya
başladım. Pazar sabahı olduğu için dükkanlar açılmamış. Tarihi İznik Hamamını
gördüm ve hemen girdim. Biraz iyi geldi. Tellak İbrahim ile sohbet ettik. Ben
yaptırmadım ama maratoncularımızın bir kısmı randevu ile kendisine geldiğini,
kendisinin de atletizm ile yıllarca uğraştığını, bugün de 10K koşusuna
katılacağını anlattı. Biraz siyaset ve sosyal konulardan bahsettik. Belgeseli
olduğunu ise daha sonra Kaan’dan öğrendim.
Saat 10:00’a doğru Aslı ve canım
oğlum Can geldi J
Aslı yarışa daha yarım saat olduğunu, kayıt yaparlarsa koşabileceğini söyledi.
Hemen kayıt yaptırıp apar topar bir yerlerden tayt alıp organizasyonun verdiği
tişörtü dükkânda giyip start verilirken yarışa başladı. Kategorisinde altıncı
oldu.
Ardından tekrar Köfteci Yusuf’a
gittik. Karnımızı doyurduk. Çini dükkanlarını gezip sahipleri ile sohbet ettik.
Yola çıkıp feribotumuza yetiştik ve evimize döndük. Bacaklarım bir gün sonra,
ayaklarım ise üç gün sonra yürüyebilecek kadar normale döndü.
Feribotta Türkiye’nin gururu,
ultra maratonların efsanevi koşucusu Bakiye Duran ile karşılaştık. Uzun uzun
sohbet ettik. İznik Ultra Maratonuna başlarken ilham aldığım kişi ile İznik
Ultra Maratonunu koştuktan sonra dönüş yolunda yan yana düşmüştüm J Bana çok hızlı
gittiğimi, daha yavaş gitmem gerektiğini söyledi. Kendisinden öğreneceğim çok
şey var. Yarışın başında kısa bir süre beraber koştuk. Ama bizim tempomuz daha yüksek
olduğu için ilerledik ve gittik. Sanırım sekseninci kilometreler civarıydı,
bizi yakaladı ve geçti. Geçerken kendisini ayaklarımızın gitmediğini, bir
taktik verip veremeyeceğini sorduk. Ayaklarınız gitmiyorsa bir arabaya binin
dedi J Bizden
bir saat 40 dakika önce bitirdi.
5.
Bölüm:
Yarış Hakkında
Macera Akademisi, artık oturmuş
yapısı ile çok güzel yarış organizasyonları düzenliyor. En başta Geyik Koşuları
olmak üzere düzenlediği her yarış birbirinden eğlenceli oluyor. Ülkemizde imkân
çok olmasına rağmen çok az sayıda ultra maraton var. Bunların en başında İznik
Ultra Maratonu geliyor. Yarış öncesi, yarış esnasındaki ve yarış sonrası
düzenlemelerin hepsi başarılı. Yurt dışında bir yarışa dahil olmadım ama dünya
standartları ne ise fazlasının olduğuna eminim. Makarna partisinden ikmal
noktalarına, start organizasyonundan ödüllere kadar hepsi çok iyi düşünülmüş.
Bu işi bilenlerin yaptığı belli oluyor. Koşarken sadece yarışa konsantre
olabiliyorsunuz. Bu organizasyonda emeği geçen herkesin ve koşarken alkışlayan
tüm ellerin yüreğine sağlık diyorum. İki yapıcı eleştirim de var ama bu
eleştirilerimi organizasyon sorumlularına, övgülerimi de okuyan herkese iletmek
istiyorumJ
6.
Bölüm:
Niçin?
Koşarken bir merkezden
geçiyorduk. Yanda bir teyze oturmuş bize gülümseyerek niçin koşuyorsunuz diye
sordu.
Herkesin kendisine göre sebepleri
vardır. Beni en çok çeken doğada olma duygusu. Ultra maratonlar da buna vesile
oluyor. Antrenmanlarım sayesinde hafta sonları Belgrad Ormanında, Çekmeköy
Ormanlarında, Aydos Ormanında koşabiliyorum, gezebiliyorum. Yarışlar sayesinde hem
İznik’i hem de İznik Gölünün çevresini gezme şansım oldu. Bundan sonraki
yarışlarda da kim bilir doğanın hangi güzellikleri görebileceğim.
Diğer yandan da sağlık için. Koşmak
insanın vücudunun dinç kalmasını sağlıyor. Normalde 50 yaşlarında insan vücudu
çökmeye başlıyorsa, düzenli koşanların 60’lı yaşlarda hala güçlü ve hareketli
olabildiği söyleniyor. Buna ben de yarışlarda tanıştığım kişilerden şahidim.
Ultra Maratonun bir katkısı da
insanın ele aldığı bir işi sonuna kadar götürmesini öğreten bir yanının
olmasıdır. Antrenman sürecinden hiç bahsetmiyorum. Yarışı koşarken
kaybolabiliyorsunuz. Suyunuz, yiyeceğiniz bitebiliyor. Yağmur başlayabiliyor. Ya
da daha öncesinde yağdıysa balçık çamurlarda koşmak zorunda kalabiliyorsunuz.
Çok sıcak ya da çok soğuk olabiliyor. Moraliniz bozulabiliyor. Ayaklarınızda,
bacaklarınızda ağrılar dayanılmaz seviyelere çıkabiliyor. Ama yılmıyorsunuz,
mücadeleyi bırakmıyorsunuz, sonuca ulaşana kadar uğraşıyorsunuz ve
tamamlıyorsunuz. Ne kadar zor olursa olsun, yürüyerek dahi olsa bitirmeye çalışıyorsunuz.
Tıpkı hayat gibi. Ultra maraton hayattır diyebilir miyiz?
Hayatımın ilk ultra maratonu olduğu için İznik UltraMaratonu her zaman benim için çok özel olacak.